29 Aralık 2010 Çarşamba

Halüsinasyon ve Gerçek Durumlar

Halisünasyon ve Gerçek Durumlar



Halüsinasyon ve Gerçek Durumlar

Kazıda baskı altında yapılan işten verim azlığı nedeni ile görülmeyecek halüsinasyonlar hissettiğiniz olgular gerçekten yaşadığını sandığınız ve definecilerin % 99’nun inandığı olaylar karşınıza çıktığında çok fazla abartırsınız.

Olmayan olayları, görünmeyen nesneleri, yaşanmamış anları yaşamış gibi davranması definecilerin doğal özellikleridir.

Bu olaylar genelde gece geç saatlerde, karanlıkta, yorgun kazı çalışmalarında ve kaçak kazı esnasında görülürler. Gündüz kazıları ve yasal kazılarda bu olaylar çok ender görülür.

Muhtemel gerçekte olmayıp ta özel durumlarda karşılaşılan olaylar nelerdir onları kısaca özetleyelim. (Bu olaylar genelde kazı anında ortaya çıkarlar veya öyle hissedilir.)

Her kazıda bu olayların olacağı düşünülemez. Ender kazılarda ortaya çıkarlar. Genelde sakin, sessiz ve ıssız ortamdaki kazılarda meydana gelirler.
  1. Hedef bölge kazılmaya başlandığında çok şiddetli rüzgar esmeye başlayabilir. Bu fırtına şeklinde bile görülebilir.
  2. Hedef bölge kazılmaya başlandığında yağmur yağabilir. Şiddetli yağmurla sel gelebilir (Ama bu yağmurlar uzun sürmezler).
  3. Topraktan çıkarılan heykel gibi doğal varlıklar canlanabilir, hareket edebilir gibi görünebilirler. Bu durum genelde heyecan, korku ve yorgunluğun birleşmesi ile halüsinasyon da olabilir, gerçekte olabilir.
  4. Topraktan çıkarılan heykellerin gözünden, ağzından veya kafasından kanlar akabileceği görülebilirler.
  5. Topraktan çıkarılan heykel ağzından ve kafasından kanlar akabilir. Gözleri açılıp kapanabilir.
  6. Kazı yapılan yerden yılan çıkabilir. Bu durum doğal sayılabilir. Ama bazıları halüsinasyon da olabilir.
  7. Çıkan define sandık, küp, gıcık, kazının içinden arılar, kurbağalar, yılanlar, koç görüntüleri v.s. umulmayacak şeyler çıkabilir. Bu durumda kazıya ara verip, iyice dinlenip, sakin sakin düşündükten sonra nelerin yapılacağına karar verilmelidir.
  8. Mezardan inilti ve sesler gelebilir. Konuşmalar duyulabilir. Bu durum genelde mağara ve mezarlıklarda yapılan kazılarda ortaya çıkar.
  9. Kazılan yerden ayak, el veya hayvan tırnak izi çıkabilir. Burada siz definecilere bir şeyler anlatılmak istenebilir. Olaylar tekrar gözden geçirilip, sakin sakin düşünülüp titizlikle incelenmelidir.
  10. Kazı yapılan bölgede aniden sakallı bir derviş, hoca, papaz halüsinasyonları görülebilir. Böyle durumlarda kazıya son verilmesinde psikolojik açıdan ve sağlık açısından fayda vardır.
  11. Kazı yapılan yerden içi kül dolu bir küp çıkabilir. Küpü mutlaka gündüz açıp incelemeli ve olayı iyi araştırmada fayda vardır.
  12. İşçi boş küp, kazan, bakraç, testi sandık v.s. çıkabilir. Bunlar bir iz ve işaret olabilir. Ancak definenin kendiside olabilir.
  13. Kazılan yerden ateş çıkabilir.
  14. Kazılan yerden harita, iz, işaret, heykel, figürler (keçi, köpek, ok, yılan, kazan, küp, kılıç, ağaç) çıkabilir. Bunlara dikkat edilmesi gerekir. Çevre araştırılmasının iyi yapıldığında size çok fazla bölge hakkında bilgi verebilirler.
Böyle durumlarda araştırmalar tekrara gözden geçirilmeli, teker teker etüt edilmelidir. Detaylar üzerinde durulmalı ve titizlikle incelenmelidir.

Yapılan kazıdan her zaman altın, para, mücevherat çıkmayabilir. Bazen bu iz ve işaretlerde çıkabilir. Bunların iyi değerlendirilmesi ve anlaşılması gerekir.

Psikolojik yönden hazır değilseniz paniğe kapılır ve rahatlıkla hata yapabilirsiniz. Böyle durumlarda panik yapılmaması gerekir. Kazıdan her şeyin çıkabileceği bilinmelidir. Bu olayların %90 kazı yapan insanlara zarar vermezler. Ancak zararlı olan olaylarda vardır.

İnsanlar yorgun, uykusuz, problemli, karanlıkta kazı yaparken böyle durumlarla fazla karşılaşırlar. Doğruluğu – yanlışlığı, gerçekliği – sahteliği defineciye ve diğer insanlara göre değişir.

Yukarıda saydığımız problemler sitemizin karşılaşılan tehlikeler bölümünde detaylı olarak incelenecektir.

Psikolojik olarak rahat değilseniz normal zamanda olan söylenen yapılan her şey size çok büyük gelir.

Kazıya çıkmadan önce bütün problemleri emanetçiye bırakarak sadece anahtarı alıp gidilmelidir. Böyle durumlarda başarı daha yüksek olacaktır. Daha sağlıklı düşünerek karar verilecektir.

Bu kadar problemin aşılmasında diğer taraftan en önemli etken yapılacak kazının izin alınarak yasal yollardan yapılmasıdır.

Kanuni yapılan kazılarda ilgili müze müdürlüğü ve mülki amirlerce görevlendirilen görevliler alacağından psikolojik etkenlerin %90 ortadan kalkacak ve sağlıklı bir kazı yapılacaktır. Zaman sınırlaması olmayacağından sakin kararlar verilecektir.

Gecenin karanlığından dolayı olaylar çok ç

Definecilik ve Halk Bilimi

alk Bilimi


Definecilik ve Halk Bilimi

Toplumumuzda birçok efsaneler anlatılır.  Bu efsaneler içinde define, gömü gibi unsurlar konular işlenir.  Eşkıyalar ve Ermeni göçünde Ermenilerin sakladıkları paralar hakkında uzun uzadıya konular anlatılan hikâyeler duyarız dinleriz.  Öncelikle bu tür anlatımların abartmalı olduğunu vurgulayalım.  Ancak bu abartılar içinde gerçekleri de gözde kaçırmamak gerekir. "Ateş olmayan yerde duman olmaz" mantığını göz ardı etmemek gerekir.  Burada yanlış olan şey abartmalardır.
Öncelikle yapılması gereken şey hikayeyi sonuna kadar dinlemek, hikayeye konu olan bölgeyi gömü hakkındaki anlatılan detayları not etmek, daha sonra köz konusu bölgeyi tespit etmek notumuza düştüğümüz unsurları bulmak olacaktır. Bulacağımız herhangi bir iz konunun doğru olduğuna dair gösterge olacaktır.
Ayrıca bir bölge veya alan hakkında yapılan anlatımlar Örneğin; falan yerde bir zengin yaşamış, bir tek kızı varmış, kızı genç yaşta ölmüş, falan yerde geçen yolun kenarına mezarını yapmışlardır... Falan yerde bir evliya yaşarmış, giderken falan yerdeki kayaya oturmuş... Falan yerde günlerce savaş olmuş şehitleri şurasında yatar... Falan yerde kızlar oyun oynarmış... Şeklinde bir çok hikayeler anlatılır.  Bu anlatımların kaynağı halktır.  O yörede kuşaktan kuşa aktarılan yazılı olmayan kaynak teşkil ettiğini unutmamamız gerekir.  Definecinin yapması gereken şey anlatılan bölgeyi bulmak bu bölge üzerinde bulacağı tüm unsur üzerinde detaylı olarak çalışmaktır.
Şunu da unutmamak gerekir.  Tarihine uymayan ve günümüzde türbe diye bilinen yerlerin çevresi araştırmaya konu olacak yerlerdendir.  Örneğin X isminde bir şahıs da bahsedilir, o şahsın Anadolu'da yaşadığına dair hiçbir iz yok tarihi kaynak yoka o şahsın asıl türbesi Bağdat Şam gibi şehirlerde olduğunu tarihi kaynaklar anlatır.  Anadolu'da bu tür yerler oldukça çoktur.  Öncelikle bu tür yerlerin ne olduğunu hakkında bilgi toplamak için önce o mekanın görmek bu yapıtın taş işçiliğini, yapım tekniğini, varsa kitabesindeki yazıyı, dikkatlice incelemelidir.  Bu tür hikayeler Yunan-Roma ve Ermeni yapıtları olduğu bir çoğunda ermeni gömüleri olduğu bir çok çalışma ile tecrübe edilmiştir.
Defineciler hayal-kurgu çalışma ile bu tür yerlerdeki definelere ulaşması mümkün görülmemektedir.[1]

Gömü Ararken Alınacak Tedbirler Nelerdir?

Gidilecek yer hakkında ayrıntılı bilgi toplanmalı ve bir kaç gün kalınacaksa bölgedeki jandarmadan kamp izni alınmalıdır. Bölge yerleşim yerinden çok uzak ve yürüyecek takatiniz yoksa geri dönün. O bölgede bir eşek kiralamaki bütün yerleşim birimine ben define aramaya gidiyorum demektir.
Halisünasyon ve Gerçek Durumlar



Halüsinasyon ve Gerçek Durumlar

Kazıda baskı altında yapılan işten verim azlığı nedeni ile görülmeyecek halüsinasyonlar hissettiğiniz olgular gerçekten yaşadığını sandığınız ve definecilerin % 99’nun inandığı olaylar karşınıza çıktığında çok fazla abartırsınız.

Olmayan olayları, görünmeyen nesneleri, yaşanmamış anları yaşamış gibi davranması definecilerin doğal özellikleridir.

Bu olaylar genelde gece geç saatlerde, karanlıkta, yorgun kazı çalışmalarında ve kaçak kazı esnasında görülürler. Gündüz kazıları ve yasal kazılarda bu olaylar çok ender görülür.

Muhtemel gerçekte olmayıp ta özel durumlarda karşılaşılan olaylar nelerdir onları kısaca özetleyelim. (Bu olaylar genelde kazı anında ortaya çıkarlar veya öyle hissedilir.)

Her kazıda bu olayların olacağı düşünülemez. Ender kazılarda ortaya çıkarlar. Genelde sakin, sessiz ve ıssız ortamdaki kazılarda meydana gelirler.
  1. Hedef bölge kazılmaya başlandığında çok şiddetli rüzgar esmeye başlayabilir. Bu fırtına şeklinde bile görülebilir.
  2. Hedef bölge kazılmaya başlandığında yağmur yağabilir. Şiddetli yağmurla sel gelebilir (Ama bu yağmurlar uzun sürmezler).
  3. Topraktan çıkarılan heykel gibi doğal varlıklar canlanabilir, hareket edebilir gibi görünebilirler. Bu durum genelde heyecan, korku ve yorgunluğun birleşmesi ile halüsinasyon da olabilir, gerçekte olabilir.
  4. Topraktan çıkarılan heykellerin gözünden, ağzından veya kafasından kanlar akabileceği görülebilirler.
  5. Topraktan çıkarılan heykel ağzından ve kafasından kanlar akabilir. Gözleri açılıp kapanabilir.
  6. Kazı yapılan yerden yılan çıkabilir. Bu durum doğal sayılabilir. Ama bazıları halüsinasyon da olabilir.
  7. Çıkan define sandık, küp, gıcık, kazının içinden arılar, kurbağalar, yılanlar, koç görüntüleri v.s. umulmayacak şeyler çıkabilir. Bu durumda kazıya ara verip, iyice dinlenip, sakin sakin düşündükten sonra nelerin yapılacağına karar verilmelidir.
  8. Mezardan inilti ve sesler gelebilir. Konuşmalar duyulabilir. Bu durum genelde mağara ve mezarlıklarda yapılan kazılarda ortaya çıkar.
  9. Kazılan yerden ayak, el veya hayvan tırnak izi çıkabilir. Burada siz definecilere bir şeyler anlatılmak istenebilir. Olaylar tekrar gözden geçirilip, sakin sakin düşünülüp titizlikle incelenmelidir.
  10. Kazı yapılan bölgede aniden sakallı bir derviş, hoca, papaz halüsinasyonları görülebilir. Böyle durumlarda kazıya son verilmesinde psikolojik açıdan ve sağlık açısından fayda vardır.
  11. Kazı yapılan yerden içi kül dolu bir küp çıkabilir. Küpü mutlaka gündüz açıp incelemeli ve olayı iyi araştırmada fayda vardır.
  12. İşçi boş küp, kazan, bakraç, testi sandık v.s. çıkabilir. Bunlar bir iz ve işaret olabilir. Ancak definenin kendiside olabilir.
  13. Kazılan yerden ateş çıkabilir.
  14. Kazılan yerden harita, iz, işaret, heykel, figürler (keçi, köpek, ok, yılan, kazan, küp, kılıç, ağaç) çıkabilir. Bunlara dikkat edilmesi gerekir. Çevre araştırılmasının iyi yapıldığında size çok fazla bölge hakkında bilgi verebilirler.

Figürler Nasıl Çözülür

Figürler Nasıl Çözülür






Figürler Nasıl Çözülür

Yıllardan beri gelen tecrübeler gömülerin çoğunun kayaların içi oyularak kaya içine sakladıklarını göstermektedir.
İnsanlar yaşadıkları topraklar üzerinde sürekli bir takım izler bırakırlar ve bırakmaya da devam etmektedirler.
İşaret çözmede önce ihtiyaç duyulan şey; görülen rastlanılan figürün define olup olmadığıdır, kayalar üzerine yapılan bir takım şekiller iş olsun diye yapılmamıştır bunların birer amacı vardır, bunlar içinde dini sembolize eden, kabileyi sembolize eden, yerel beyi sembolize eden kralları sembolize eden ırkları sembolize eden bir takım kaya damgaları kullanılmıştır, gömü işaretlerini bunlarda ayırt edebilmek için eski insanların davranışlarını dinlerini gelenek ve göreneklerini çok iyi bilmek gerekir.  Her işaret define değildir.
Gömü işareti bir alfabe bir matematik kuralı dahilinde inşa edilmişlerdir.  Bu nedenle gömü işaretleri zincirleme birden fazla olmalıdır.
işaretlerden uygulanan genel mantık; gömünün işarete olan uzaklığı, derinliği bazen miktarı bazen de saklama biçimi şeklinde alfabetik ve matematiksel bir mantık hakimdir.







İşaretleri çözerken aşağıdaki sorulara cevap aramalıyız.
  1. Gömü var mı?
  2. Nerede?
  3. Ne kadar uzaklıkta?
  4. Hangi yönde ?
  5. Ne kadar derinlikte
  6. Gömünün saklandığı mekanın şekli nasıldır?
Bu açıklamalarda sonra sorularınıza aşağıdaki gibi davranarak cevap bulmamız lazım.
  1. Her işaretin bir dili vardır bu dil işaretin oluşturan şekillerin özellikleridir. Örneğin bir kaya üzerine çöreklenmiş oyma bir yılan olsun, önce yılanın özelliklerini sıralayarak çözmeye çalışalım, Yılanın özelliklerinde bir tehlike anında karanlık kuytu bir yere kaçar bu yer ya bir deliktir yada bir kaya altıdır, yılanın duruşu hareketsiz çöreklenmiş sabit başka hiç bir emare yok o zaman yılanın bulunduğu kayanın altına bakmamız lazım, yılanın diğer bir özelliği savunma silahı zehirdir.  o zaman gömüde tuzak olabilir düşüncesi ile yaklaşmalıyız,
  2. İşareti kullanan toplum hakkında sosyoekonomik yönde inanç yönünde bilgi toplamak
  3. İşaretli kayanın etrafında çevresinde yüzey araştırması yapmak, insan tarafında müdahale edilen bu katmanları keşfetmek okumak bir çok kez insana nokta buluşu sağlar.  Çevresinde dikili birbirine yaslatılmış kayalar, tümsek, çukur gibi izleri aramamız lazım
  4. Bu bilgilerden sonra yinede işareti çözemedik diyorsanız bu konulardan tecrübe edinmiş insanlardan yardım isteyiniz.  İşaretleri koruyunuz kırmayınız kırana müdahale ediniz.
Define kazıları ameliyata benzer, işin ehli bir cerrah ameliyattan önce gereken tüm tahlilleri yapar.[1]

Defineyi Kim Gömdü?

Gömüyü kimin gömdüğü konusunun bilinmesinde fayda vardır. Bu konuda herkes bir şeyler söyler yazarlar. Bunların iyi bilinmesi varlığın bulunması ve alınması zorluklarının bilinmesinde vardır. Definenin gömülüğü uygarlık ve kültürlere, zaman süreçlerine gömülme mevsimlerine ve hatta gece veya gündüz gömülmesine göre farklılık vardır.

Her gömü aynı olmadığı gibi tuzak ve aldatmacalar, iz ve işaretleri de farklı olabilir. Kazıya başlamadan önce bu konunun iyi etüt edilmesinde fayda vardır. Gömü veya define hangi çağda yıllarda gömüldü ise o çağın kültürel yapısını incelemek, gömen şahıslar bazında kim gömdü ise ona göre fikir yürütmede fayda vardır.

A. Savaşçılar

Fethe gidenler yol üstünde mevcut yerleşim yerlerinden topladıkları ganimetlerin hepsini götüremeyeceğinden belli noktalara sonradan gelip almak şartıyla kimsenin bulamayacağı belli noktalara gömmüşler ancak birçoğu geri gelinip alınmamıştır.

Gömen savaşçıların kültürel yapısı çok önemlidir. Örneğin Araplar ile Avrupalı savaşçıların gömüleri iz ve işaretleri ile tuzak ve aldatmacaları farklıdır. Buralarda özellikle tuzaklara çok dikkat edilmesi gerekir. Bir savaşçı gibi düşünmelisiniz ona göre hareket etmelisiniz.

B. Korsanlar

Kara veya denizde mevcut çete ve korsanları bölgelerinden topladıkları ganimetleri kendilerinin kolay sizin zor bulacağınız bir şekilde gömdüklerini biliniz.

Korsanlarda savaşçılar gibi hazinenin kolay alınmaması için çok fazla tuzakla hazineyi beslerler. Bu uzakları anlamak gerçekten zordur. Anlık hayallere kapılmayıp tuzakları uzman kişilerce aşılmasında fayda vardır. Boşuna riske girilmemelidir.
  1. Burada önemli olan siz kendinizi onun yerine koyarak “Ne Yapar” sorusunu kendinize sorunuz. Nereye gömer ve nasıl iz ve işaretlerle nasıl tuzak ve aldatmacalar hazırlar. Sorusu önemlidir. İyi bir makine, iyi bir uzman etüdü ile kanunu arkanıza alarak problemleri teker teker aşınız. Riske girmeye hiç ama hiç gerek yoktur.
  2. Korsanların yıllar sonra bu hazineyi alacağı değerlendirerek belli iz ve işaret koymaları şarttır. Bu iz ve işaretleri iyi tahlil etmek gereklidir.
  3. Korsanların iz ve işaretleri savaşçılarınkinden farklılıklar gösterir. Korsanlar genelde su, güneş ve denizden kara görüntülerini kullanırlar. Bu konu işaretler bölümünde detaylıca incelenecektir.

C. Dönemin Yöneticileri

İşgallere karşı hazinelerini korumak veya çocuklarının yeniden iktidar veya krallık kurmaları için gerekli finansman çok gizli bir yere konularak gelecek için yatırım yapmışlardır. Bu hazinenin çok planlı ve iyi bir yere saklamalıydılar ki uzun yıllar boyunca kimse ulaşamasın.
  1. Burada önemli olan yine “Ben olsam nereye koyardım” sorunsudur. Bu kişiler akıllı, kurnaz ve planlı çalışan insanlar olduğu unutulmamalıdır. Etüdü iyi yapıp gözden hiçbir şey kaçırılmaması gerekir. Belki siz çözemezsiniz ancak çözülmeyecek define etüdü olmadığı unutulmamalıdır.
  2. Yönetim kargaşaları ve iktidar mücadeleleri sonucundaki çekişmelerden kendini garanti altına almak, ailesi ve kendisi için iyi bir yerde kendi ve ancak birkaç kişinin bildiği bir miktar hazineyi sigorta olarak koymak.
  3. Burada unutulmayacak bir şey vardır. O da çaresiz kalmaktır. Çaresiz insanların gömü yaparken göz önüne alabilecekleri tehlikeleri anlatmaya gerek yoktur. Çünkü “kedinin kuyruğuna basarsınız tırmalar” atasözünü anımsayınız. O anda o kadar çaresiz olabileceklerini unutmayınız.

D. Şahsi Gömüler

Buradaki gömüleri istediğiniz kadar sınıflandırabilirsiniz. Önemli olan hazineyi düşünmenizdir. Şahsi gömüleri bulmak çok kolay diğerlerine göre daha risksiz ancak değer bakımından diğerlerinden daha fakirdir.

Bir insanın serveti ile bir savaşçı, korsan, kral, bey, ağa vs. serveti karşılaştırılamaz. Şahsi servetlerin bir bölümünü ele alıp inceleyelim.

a. Din adamları

Papaz ve haham ağırlıklı olmak üzere elde mevcut hazinenin diğer dinlerdeki insanların eline geçmemek için tekrar alınmak üzere akıllı ve planlı bir şekilde gömmeleridir. Bu durum genelde savaş, istila, korsan-çete baskını, önceden tahmin veya duyum, iç çekişmelerden kaynaklanır.

Bu insanların dönemin akıllı, kurnaz ve alim sayılan insanlar olduğu unutulmamalıdır. Bu durum hazinenin alınma şartlarını ağırlaştırır.

Böyle kişilerin hazinelerini ele geçirmek için ilgili dinde mevcut işaret ve kültürel değerleri iyi tahlil etmek gerekir. Anlatılmak isteneni iyi anlamak gereklidir. Aksi takdirde çalışmalar boşa gidecektir.

b. Göç

Kendi istekleri veya zoraki göçe tabi tutulan köy veya kasabalılar bütün mallarını yanında götüremeyecekleri için oturup titizlik içerisinde hazineleri toplu olarak gömmüşlerdir. Buradaki amaç tekrar geri döndüklerinde bu hazineyi alıp tekrar eski yaşantılarına dönebilmeleridir. Bunların büyük bir bölümü tekrar geri dönmemişlerdir.
  1. Bütün halkın hazinesi tek bir yerde toplanıp gömülmesi düşünülemez. Parça parça ama önemli büyüklükte olmalarıdır. Bu gibi definelerde gömünün hediyesi sizi yanıltmasın. Etüdünüzü iyi yapmalısınız.
  2. Burada dikkat edilmesi gereken siz olsaydınız hazineyi tek bir yere mi gömerdiniz. Bence hayır 3-4 parça şeklinde gömerdim. Bunların bulunma olasılığı daha düşüktür. Biri bulunursa diğerleri bulunamaz. Şeklinde düşünürdüm. Ama mutlaka hediyesi yanıltıcı çalışmalar ve tuzaklarla gömüyü beslerdim. Paramı kolay kolay kimseye yar etmezdim.

c Yaşlı insanlar

Bir hayat boyu çalışıp uğraştıktan sonra yaşlanan insanlar eğer çocukları yoksa eldeki değerli eşyalarını kimse bulamasın diye saklamalarıdır. Bu hazineler genelde küçük ölçekli olup şahsi eşya ve paralarından ibarettir.

Genelde ev, işyeri, bahçe, tarla, ahır veya kuyularına gömerler. Tuzak ve aldatmacası azdır. Genellikle tarihi ve kültürel değer açısından önemlidir.

d. Ölülere saygı

Eski dönemlerde kültür değerleri içerisinde ölü ile birlikte değerli eşyalarını da beraberinde gömmek vardır. Buradakiler şahsın şahsi eşyaları ve paralarıdır. Önemli bir şahsiyet değilse genelde ufak tefek şeyler gömerlerdi. Buralarda kayda değer eşyalar genelde olmaz.
  1. Mezarlar önemli yerlerdir. Hazine var diye mezarla kazılmamalıdır. Çünkü hangi mezarda hazine olduğu belli olup, orada da ölü yoktur.
  2. Burada yapılacak kazılarda kesinlikle izin alınmalı ve kanuni yapılmalıdır. Doğada mevcut güzellikler bozulmamalıdır.
  3. Mezar kazıları iyi etüt edilmedi ise kesinlikle yapılmamalıdır. Etüt edilemiyorsa mutlaka bir uzmana başvurulmalıdır.
  4. Hazine veya defineyi kim gömerse gömsün iyi etüt edilerek risksiz çıkarılacağı bilinmelidir. Önce araştırma (yapılamaz ise uzmana başvurulmalı), sonra makine (maden analizinden arazi özelliklerine, doğal veya yapay durumuna), sonra kanuni izinle hazine rahatlıkla çıkarılıp zengin olmamak mümkün değildir. Ama önemli olan akıllı hareket etmektir. Profesyonelce davranmaktı

Definede Büyü ve Tılsım İşaretleri

Definecilikte kemikleşen bu safsatayı bırakıp, aklımızı beynimizi kullanmamız, çalışmalarımızı bilisel gerçekler üzerine inşa etmemiz gerekir. Müslüman biri, putperest gibi davranış sergilememelidir. Çalışmalı, her geçen gün çalışmalarını modernize etmeyi asli bir görev gibi kabul edip ve bu şekilde davranmalıdır. Definecilik ile Arkeoloji arasında amaç ve hedef bakımından fazla bir farklılık yoktur, modern bir defineci gidip aklın mantığın kabul etmediği bir takım safsatalarla uğraşmayacak, Arkeoloji biliminin ana temellerini, kural ve metotlarını kullanarak çalışmaya başlayacak ve aynı şekilde çalışmasını bitirecektir. Aksi halde, zaman, mali, iş gücü kaybı yanında tarihi belge niteliğindeki bir çok dokümanı tahrip etmenin ötesine geçmeyecektir.

Bu güne kadar İslam dini, bu tür bir inancı şiddetle reddetmiş, bu tür inanmaları 10 büyük günah arasında ifade etmiştir. Yine gelişen bilimsel veriler içerisinde kabul görmeyen, yine bilim dünyasında gerçekle, ciddiyetle alakası olmadığından şiddetle reddedilen konulardandır.

Konuya kaynaklar bazında bakalım; Anadolu kadınlarının (Nazar boncuğu) başlarına taktıkları metal süs eşyasına da tılsım denir. Bağ süslemelerinde kullanılan tılsımın, kişiyi, nazar, iftira ve kötü ruhlardan koruduğuna inanılıyor.[1] Tılsım gümüş, altın vb. değerli metallerden yapıldığı gibi, bunların taklitlerinden, mücevherlerden, deniz kabuklarından da olabilir. Tılsımın "Manî" inancıyla da ilişkisi bulunmaktadır. Anadolu folklorunda tılsım genellikle büyünün etkisini sağlayan araçları ifade eder. Define vb. gizli şeyleri bulmak, kapalı yerleri açmak için ehlinin bildiği sözlere veya vasıtalara da tılsım denir.[2] Bir başka inanış; bulaşıcı hastalıkların tesirini önlemek ve insanlarla hayvanların kötülüklerinden korkmamak için de tılsım yapılır.[3]

Tılsım, insanları koruduğuna veya uğur getirdiğine inanılan tabiat veya insan eseri olan nesnelerin tamamını içine alır. Tılsımları insanlar bizzat kendileri üzerlerinde taşıyabilecekleri gibi, tesirli olması istenen arazi, dam çatısı, vb. yerlerde de saklayabilirler. İnsan yapısı tılsımlar, daha çok hayvan veya eşyaların küçük modelleriyle, üzerinde dinî yazılar bulunan madalyonlar ve yazılı kâğıtlardan oluşur. Bazı metal ve muskaların tılsım için kullanıldığı da oldukça yaygın uygulamadır.

Batıl inanışa göre tılsımların etkili olabilmesi, tabiattaki bazı güçlerle ilişki kurulmasına ve uğurlu bir zamanda dinî törenle yapılmasına bağlıdır Buna örnek; Antik Yunan ve Roma tapınaklarını gösterebiliriz. Tılsımdan medet ummanın mazisi oldukça eskilere gitmektedir. Papirüslerin incelenmesi Eski Mısır'da 75 kadar tılsımın mevcut olduğunu ortaya çıkarmıştır. Eski Mısır'da "Doğan Güneş" tılsımının, ölümden sonra yeniden dirilmeyi sağladığına inanılmıştır. Yine eski Mısır'da ölüyle birlikte gömülen "Menat" tılsımının, ölüyü tanrısal koruma altına aldığına kesin gözüyle bakılmıştır.

Hıristiyanlık dünyasında da tılsımın çeşitli şekilleriyle kullanıldığı bilinmektedir. Bu kullanım, din adamlarının asırlar süren mücadelelerine rağmen hâlâ tam olarak önlenebilmiş değildir. Hıristiyan halkın birtakım bâtıl inançlarından da kaynaklanan tılsım inancı, sihir, büyük ve efsunla beslenmektedir.

Yahudilikte uygulanan tılsım çeşitleri Hıristiyanlıktan çok daha yaygındır. Bunun nedeni, geç dönem Kabalacılarının tılsıma büyük ilgi göstermeleridir. Bundan dolayı tılsım hazırlamak hahamların görevleri arasında yer almıştır. Nitekim, loğusaya zarar verdiğine inanılan Lilith'ten korumak için doğum odasına tılsımlı eşyalar asılması, Yahudi toplumlarında hâlâ yaygın bir gelenek olarak varlığını sürdürmektedir.[4]

Bazı değişik şekiller göstermekle beraber tılsım hemen her toplumda vardır. Eski Bâbil, Asur ve Persler de tılsım bir teknik olarak uygulanmıştır. İslâm dışındaki bütün bâtıl ve muharref dinlerin tören ve âyinlerinde her zaman tılsımdan izler bulmak mümkündür. Birçok tarihçi ve sosyolog tılsımı, bâtıl ve muharref dinlerin bir parçası gibi ele almıştır. Tılsımla ilgili yazılı tarih öncesi bilgiler noksan olmakla beraber, Yunan ve Mısır papirüslerindeki bilgiler oldukça doyurucudur.

Türk toplumlarında tılsım ve tılsıma benzer uygulamaların mazisi İslâm öncesine kadar uzanır. İslâm'dan sonraki dönemlerde ise eski Iran, Mezopotamya ve Mısır kültürlerinin tesiriyle tılsım az da olsa varlığını sürdürmüştür.[5] Cahiliye dönemi Araplarında fal okları atmak, çeşitli anlamlara gelen taşlar dikmek, yıldızlara bakarak mana çıkarmak, birtakım kareler içinde harf veya rakamlar yazarak tılsım yapmak oldukça yaygın bir uygulama idi.

Anadolu'da tılsım ve tılsıma benzer uygulamalar, Hıristiyanlık, eski putperest dinler ve komşu kültürlerin tesiriyle âdetâ kurumlaşmış, büyücülükle iç içe yürümüştür.

İslâm tılsım yapılmasını da, tılsıma inanılmasını da yasaklamış, medet umarak onu meslek edinmeyi şiddetle reddetmiştir. Ayrıca İslâm, tılsımın mucize ve keramete benzetilmemesine özen göstermiş, onu müşrik ve kâfirlere özgü bir faaliyet olarak değerlendirmiştir. İslâm'a göre tılsım, Allah'tan gelen bilgilere dayanmaz. Kuran-ı Kerîm, tılsım ve ona benzer faaliyetleri bâtıl ve şeytan işi saymış (el-Âraf, 7/102), safir sözüyle de büyü ve tılsım yapanları kastetmiştir (el-Âraf, 7/109, 113; et-Tûr, 52/15; el-Hicr, 99/14-15). Hz. Muhammed'e gelen ilâhî vahye inanmayanlar ona sihirbaz, büyücü ve tılsımcı iftirasında bulunmuş ve sözlerini de sihir saymışlardır (el-Müddessir, 74/24).

Hz. Peygamber, yedi büyük günahtan birincisinin Allah'a şirk koşmak olduğunu açıklamış, ikincisi de "sihir ve tılsımla ilgilenmektir" buyurmuştur.

Kur'an-ı Kerîm ve Hadis-i şerif'ler, Allah'ın iradesi dışında hiç bir kimsenin, hiç bir kimseye fayda veya zarar vermeyeceğini defalarca vurgulamış, tılsım yapan kişide olağanüstü bir güç bulunduğuna inanmayı kesinlikle reddetmiştir (el-Mâide, 5/90; Tâhâ, 20/69)

Definecilikte 10 Altın Kural

  1. Ön araştırma ve kazı işlerinde arkeolojik metotlardan faydalanmak.
  2. Toprak yapı ve katmanlarını tanımak için Jeolojide faydalanmak
  3. Ele geçen eserin hangi çeşit madende yapıldığını yada hangi kıymetli taş kullandığını anlamak için Madencilik Dalında faydalanmak.
  4. Araştırma ve kazı maliyet bilançosunu çıkartmak
  5. Gerek kayalardaki figüranlarda gerekse elde edilen tarihi eserleri tanımak için Sanat Tarihi ve Medeniyetler Tarihinde faydalanmak.
  6. Kazı bir ameliyata benzer, toprağı neşterlemeden önce yüzeysel verileri iyi bir şekilde tahlil etmek.
  7. Sonuca daha erken ulaşmak için teknoloji kullanmak.
  8. İşaret, figüranlar alfabe ve matematik kurallarında oluşur. İşaretlerini dilini öğrenmek uzunluk derinlik ölçümlerinde matematiğin uzunluk birimlerinde, Kaya mezarları, tümülüsler, şahıs gömüleri bir takım kuralları çözmek için geometride faydalanmak.
  9. Halk biliminde faydalanmak
  10. Antik toplumların dinsel ve etnik yapılarını hareketlerini öğrenmek için Dinler Tarihinden faydalanmak [1]
Definecilikte Kural



Definecilikte Kural

Defineci ve Defineciliği ayrı tutmak gerekmektedir. Bu uğraşı verirken elbette ki dikkat edilecek hususlar var bunlar:
  1. Şüphelenilen yere uzaktan bir bakılması gerekir.
  2. Yerin tarihçesi araştırılır.
  3. İşaret veya kalıcı bir nesne aranır.
  4. Çözümlere ulaşılır.
  5. Tılsım, tuzak ve benzeri olaylara dikkat edilir.
  6. Kaçak kazı suç olduğundan dolayı gerekli mercilerden izin almak gerekir.
  7. Defineci doğaya ve tarihe saygılı olmalıdır.
  8. Tahripten kaçınılmalıdır.
  9. Definecilik bir doğa sporudur.
  10. Define ve doğa iç içedir unutmayalım. 
Definede Büyü ve Tılsım

Definecilere Bilgiler

Üzerinde yaşadığımız bu topraklar bir çok medeniyete beşiklik yapmış kutsal topraklardır. Bu medeniyetler toprağın birkaç metre altında inzivaya çekilmişlerdir. Definecilik zannedildiği gibi yeni bir uğraş değildir. Definecilerde tarihi yağmalayan tarihi eser kaçakçısı değildir. Bu suçun definecilere atfedilmesinin sebebi ne yaptığını bilmeyen, cahil birkaç definecinin tarihi eserleri tahrip edip yağmalamaları sebebiyledir.
Biz inanıyoruz ki Türkiye’de define arayan yüz binlerce defineci üzerinde yaşadığı bu kutsal topraklara ihanet etmemiştir, etmeyecektir. Defineciliğin amacı tarihin gün yüzüne çıkarılması değildir bu görev arkeologlarındır. Defineciler temelde altın avcılarıdır ve aradıkları definelerde yakın zamanda bu topraklar üzerinde yaşamış birkaç azınlığın şu veya bu sebeple bu toprakları terk ederken sağa sola sakladıkları gömüleri bulma çabasıdır. Defineciler toprağın veya bir taşın, kayanın altına konmuş bu metal objeleri bulmak için değişik yöntemler kullanırlar. Kullanılan en önemli yöntem toprağın altındaki metalleri tespit edebilen elektronik cihazlardır. Bunların içinde de bu güne kadar en çok tercih edilen cihazlar dedektörlerdir. Günümüzde dedektörlerin dışında define arama amacıyla kullanılan farklı özelliklerde cihazlarda piyasada mevcuttur. Bu cihazlar sırasıyla alan taramalar, sismik cihazlar jeofizikte yani toprak altının yapısını inceleyen cihazlar vb. gibi. Definecilerin cihaz seçiminde dikkat etmeleri gereken en önemli unsur şunlardır;
  1. Cihaz almak için gittiğiniz firmaların bu işi ne kadar bilip bilmediğine
  2. Sattıkları cihazın yapılış amacına uygun olup olmadığına
  3. Satın aldığınız cihazın firma tarafından size arazide metalleri gömerek denenip denenmediğine
  4. Firmanın cihaza hangi ölçülerde garanti verdiğine
  5. Devlet tarafından cihazın çalışma sistemine verilen bir belge olup olmadığına
  6. Cihazın pratik ve rahat kullanılıp kullanılmadığına
  7. Serigrafinin ve kullanma kılavuzunun Türkçe olup olmadığına dikkat edilmelidir.
Bu gün birçok firma define arama cihazı satmaktadır. Ürünlerin tanıtımı ya televizyon reklamları ile yada gazete, internet üzerinden yapılmaktadır. Size tavsiyemiz bu tanıtımların tümünü takip edin. Satıcı firmalarla görüşün ürünü gidip görün ve kullanım amacına uygun olarak size toprakta test edilmesini isteyin. Firmaların müşteri temsilcilerine aklınızdaki tüm soruları sorun cevap isteyin ve sizin için en doğru seçimi yapın. Unutmayın hala daha cihaz imalatında son nokta konmamıştır. Bu uzun bir depardır. Son yıllarda bazı defineciler define aramak için sismik cihazları tercih etmektedirler. Bu tür sismik cihazların define aramaya uygun olup olmadığı hala daha kanıtlanmamıştır. Sismik restivite türü cihazlar metal tespitinden çok toprak yapısını incelemek, su bulmak için kullanılır.
Toprak altındaki altın, gümüş, bakır gibi kıymetli metalleri tespit etmek bu tür sismik cihazların işi değildir. Metal tespitinde kullanılan en önemli cihazlar pals indüksiyon cihazlardır. Veya indüksiyon balans sistemlerdir.[1]

Definecide Bulunması Gereken Araç ve Gereçler

Günümüz koşullarından definecinin kullanması gereken araç ve gereçler
  1. Alan tarama cihazı.
  2. Nokta tespit cihazı.
  3. Kazma-Kürek
  4. Balyoz-Murç-Keski
  5. İp - 5x5 cm kalınlığında 40 cm boyunda kazıklar
  6. Emniyet şapkası
  7. Kalın sicim ip
  8. Gaz maskesi
  9. Muhtelif boylarda çapa
  10. Mala
  11. Fırça
  12. El arabası
  13. Makara sistemi ve kova
  14. Elek
  15. El feneri
  16. Pusula
Bu araç ve gereçler birlikte kullanıldığından can güvenliği ve sağlıklı bir kazı yapmayı sağlayacaktır.

Defineci Nasıl Olmalıdır?

Önceden saklanmış hazineleri bulmaya çalışan insandır. Bu işin başarılması için mutlaka bir eğitim alması gerekir, eğitimsiz defineci yarardan çok zarar verecektir. Bilinçsiz defineci neyi nerede ve nasıl arayacağını bilmez.

Eğitimsiz bir defineci, aynı zamanda iflah olmaz bir hastalığın bir umut sevdasının aşığıdır. Definecinin eğitim alacak bir kurumu yoktur. Bu itibarla kulaktan kulağa dolaşan rivayetlere göre hareket etmektedir. Bu nedenle dedektör satıcılarının, medyumların, cincilerin ekmek tenkisi halindedirler.
Önemli: Yoğun teknoloji ve bilginin kullanıldığı çağımızda , muhtelif hurafelerle yola koyulmak akıl kârı değildir. Definecinin ve Arkeologun ana kaynağı arazidir.

Definecinin sorunlarının başında eğitim sorunu gelmektedir. Bu soruna devletimizin el atması şu an itibariyle mümkün gözükmemektedir. O zaman bu sorunu nasıl aşacağız. Gelişmiş teknoloji sayesinde yazarak, yazdıklarını,tecrübelerini paylaşarak klasik anlayışta , yapıda kurtulabilir. Yardımlaşarak eğitim sorununu hal edebilirler.
  1. Sözü doğru olmalıdır.
  2. Tecrübelerini paylaşma işini bir görev saymalı
  3. Çözemediği izleri korumalı , kırmamalıdır.
  4. Yasal sınırları aşmamalı, kaçak kazı yapmamalıdır.
  5. Tarihi bilgisi üst seviyede olmalı.
  6. Bu alanda kullanacağı teknolojiyi iyi tanımlıdır.
  7. Nefsine düşkün tamahkâr olmamalıdır.
  8. Definecilik bir geçim kaynağı olarak görmemeli. Bir hobi şeklinde yapmalıdır.
  9. Tarihi izleri korumalı,
  10. Defineci bir arkeolog kadar bilgili ve becerikli olmalıdır.
  11. Yapacağı işleri bir plan dahilinde yapmalıdır.
  12. Her bulduğu veriyi kayıt etmeli, sonrada yorumlamalıdır.
  13. Hurafelerle yola çıkmamalı Mutlaka yüzeysel bulgularla işe başlamalı.

Define Nedir ve Nasıl Aranır?

Define Nedir ve Nasıl Aranır?




Define: Toprak altına gömülerek saklanmış para veya değerli şeyler, gömü. (TDK)

Definecilik ve arkeolojide kazıya başlamadan önce ilk çalışması yüzey araştırması yapma ve bulduğu bulguları değerlendirme işidir.

İnsanlar yaşadıkları topraklarda iz bırakırlar, orijinal doğaya yapılan her bir müdahale bir iz bir tabaka oluşturur.Bu tabakaların üzerinde ne kadar zaman geçerse geçsin orijinal doğaya göre farklılık oluşturur. Bu farklılıklar aşağıda anlattığımız şekillerde anlaşılır.

müdahale edilmiş ve orijinali bozulmuş tabaka üzerinde yetişen bitki boyları sap kalınlıkları, köklerin kalınlıkları orijinal tabii katmana göre farklı olur. yumuşaktır kolay ve rahat kazılır. Yine insanlar tarafında müdahale edilmiş kayaların yüzeylerinde oluşan yosun tabakası açık renkli ve gençtir.

Şahıs gömüleri ve kaya mezarları direkt olarak kaya içine yapıldığından kayaların yüzeyinde oluşan farklı tabakaları titizlikle incelenmelidir. bu tür yerlerin sonrada kapatılan kaya etrafında kirli beyaz yada yeşilimtırak renkte bir katman oluşur.

Yer altına gömülen muhtelif maddenler (altın hariç) zaman içinde yanar ve olarak gaz oluşturur, bu gaz yer yüzüne çıkmak için üst katmanları zorlar ve katmanın zayıf noktasına sızarak atmosfere dağılır, bu tür gazın sızdığı yerde bitki tabakası farklı olur, ya ot yetişmez, toprak yapısı çorak gibidir, ya erken sararır, erken kurur kurumasa bile renkleri sarıya yakın yeşillikte olur.

Kışın karın lapa lapa yağdığı zaman yüzeysel araştırma yapmak çoğu zaman başarıya götürür.Toprak yüzeyine sızan gaz karın erken erimesine yada kar tutmamasına neden olur. kar tutsa bile kendi çevresine göre geç tutar erken erir,

Doğal tabakaya göre farklılık oluşturan her bir tabaka bulgu birer ip ucudur, bu ip uçlarının sağlıklı bir biçimde değerlendirilmesi gerekir.

Görüldüğü gibi definecilik kolay bir iş değil, bilgi tecrübe ve titiz bir çalışma ister, bu nedenle araştırma yapılan alanlar üzerinde orijinal doğaya aykırı olan, insanların müdahalesi sonucunda oluşan katmanlara odaklanmalıdır.[1]

Define Musallatı ve Definedeki Tılsımı Çözmek


define sembolü

Define Musallatı ve Definedeki Tılsımı Çözmek

Bilindiği gibi, insanların var oluşundan beri inançlar olmuş ve olmaya da devam edecektir. Definede her zaman duyuyoruz cin musallatı tılsım diye musallat olma, üç şekilde olur:
  1. Cinlerin kendiliğinden sahiplenmesi
  2. Cinlerin bekçi olarak bırakılması
  3. Meleklerin bekçi olarak beklemesi

1. Cinlerin kendiliğinden sahiplenmesi

Bildiğimiz gibi, her maddenin bir enerjisi alanı var. Gömülerin de toprak altında yaydığı enerji alanı var. Cinler, bu enerjiden vitamin gibi yararlanırlar. Yâni aile olarak ne kadar enerjiye sahipse, o kadar hızlı hareket eder, o kadar zengin olurlar. İnsanların zenginliği gibi, cinlerin kendiliğinden sahiplendiği hazinelerde genel düşünce, böyledir. "Bu sahiplenilen hazineyi yine başka bir cin ailesi sahiplenemez mi?" diye aklımıza gelebilir.İster insan, ister cin soyundan bunlar alınmak istendiğinde savaşta galip gelen kazanır. Cin ailesi, az ise sayıca daha fazla fert ile saldırıp alınabilir. Fakat bu savaş, çok tehlikelidir ; tıpkı insanlarda olduğu gibi, kin duygusu cinlerde insanlardan daha fazla gelişmiştir. Siz ,on kişi; bir kişinin elinden zorbalıkla aldığınız malı, .malı alınan, sizi teker teker yakalayıp hesap sorma eyleminde bulunuyorsa, cinler için de aynı şey geçerlidir. Zorbalıkla alınan hiçbir para, hayır getirmez.

2. Cinlerin Bekçi Olarak Bırakılması

İnanışlardan biri de, Hz. İsa'nın çarmıha gerilip öldürüldüğü yerden bir ağaç çıkar. Bu ağacın salgıladığı zamk, ağacın ağladığını simgeler. Bu, tütsü olarak yakıldığında, cinler, çıkarılan kokuyu çok seviyorlar. Nerede yanıyorsa bölge olarak hepsi oraya toplanırlar. Bunlar hazır olunca, defineyi gömerken cinleri musallat edecek kişi devreye girer. Gömülen bu hazinenin korunmasını ister. Cinler, ne zamana kadar sorusuna, devreye giren kişi, saat, tarih, zaman belirtmez. Şifreyi söyler; yani örneğin "Felçli biri gelecek ya da 7 kişi gelecek, şunları yapacak, ya da şunlar oluncaya kadar." der. Daha sonra oradan ayrılır. O denilen gerçekleşmediği müddetçe, o para oradan alınamaz. Hiç mi alınamaz, tekrar aynı ayin gerçekleştirilir. İşin ehli, tütsüyü yakar, şifreyi öğrenir ve yapar.

3. Meleklerin Koruduğu Mallar

Para, bir Müslüman tarafından gömülmüşse; bunları melekler korur. Kutsal emanetleri de öyle. Eğer gömüde haram varsa, bunları da Müslüman cinler korur. Bu parayı gömen insanın soyundan birisi, bu tılsımı bozmaktadır; fakat, o soydan bir insan, ayakta ve sağ ise, bir başkası bunu alamaz.

Tılsım yapılarak gömülenler var, bilgileri nelerdir?

Tılsımları, yalnız o tılsımı bekleyen cin, Müslüman ise sizin okuduğunuz Kuran-ı Kerim'e saygı duyar. Hıristiyan ise, okunan İncil'e saygı duyar size izin verir. Eğer bunlar zıt ise; siz Müslüman, o Hıristiyan ise, hiç bir şekilde o defineyi  alamazsınız. Peki gizli ilimler ve havas kitaplarının faydası olmaz mı? Buradaki bilgiler, sadece Müslüman cinler içindir. Gayri Müslim bir cine okunduğunda etki etmez. Eğer etseydi, bütün cinler Müslüman olurdu. Bunlarla anlaşıp irtibat kuran insanların pazarlıkla anlaşabilme yöntemleridir ya da onların dinini öğrenip zoraki alınmasıdır. Defineyi bekleyen cinler Müslümansa, önce abdest almak, 7 ayrı kağıda Ayet-el Kürsi'yi yazıp bu kağıtları tespit edilen noktaya yerleştirmek için işin ehli kimseler gerekir. Bu işlemler yapıldıktan sonra, işin ehli, 7 tur definenin olduğu bölgeye daire çizerek bir kapı bırakır. Çalışma esnasında kimsenin konuşmaması gerektiğini telkin eder. 21 Nas, 7 Ayet-el Kürsi, 3 İhlas ve 1 Fatiha okunur
Hıristiyan cinlerin sahip olduğu tespit edilirse, İncil'den ayetler ve papazların ayin esnasında yaktığı tütsü yakılarak çıkartılabilir. Papaz ve İncil yok ise, kazan kişiler ..??( ..sırra vakıf olmak gerek.. ) yıkanır. Para, büyü ile koyulduysa cimentu buhur tütsüsü yakılır. Eğer para, dinsizler tarafından konmuş ise, tek yöntem savaşmaktır. Oradaki cinlerin sayısını öğrenip üç-dört kat cine sahip hoca ile çalışılmalıdır. Yahudi ve diğer dinlere tâbi olan cinler için, Hıristiyanlık'ta yapılan işlemin aynısı uygulanır

Cin padişahları ve ya askerleri tarafından korunan hazineler ise, hiçbir zaman çıkartılamaz. O paraların, Mehdi resûlün yeryüzüne ininceye kadar korunacağına söz verilmiştir. O bölgede kazı yapanların hayatı, tehlikededir..

Kazıda duyulan sesler ve görüntüler

Kazıda, kazan kişiler neyden korkuyorsa, gördüğü cisim ona göre değişir. Örneğin; insan, yılandan korkuyorsa yılan, akrepten korkuyorsa akrep. İki kişinin de korkuları farklı ise; aynı cisim, korktukları şekle bürünür. Burasının büyülü olduğunu işaret eder. Görünen cismi orada kesmek gerek.

Neden görüntü ya da ses yollarlar?

Cinler, orada beklemekten sıkılmıştır. Size şifre veriyordur. Altı-yedi metrede kurbağa yılan vs çıkabilir. Bu çıkan hayvanı altına dönüştürürseniz, büyük parayı çıkartabilirsiniz. Çıkan cisimler, en fazla 40 gün içinde altına dönüştürülmelidir. Dönüştürülemez ise, ilk çıktığı yere geri döner. Eğer hızla kaçan varlıklara dönüşmüşse (sinek, arı vs) bu varlıkları hemen öldürürseniz hemen altına dönüşür. Kaçanlar ise, o parayı gömen insanın soyundan olan eve gider. Eğer 7 gün içinde buhur ve ayin yapılmazsa bir daha alınamaz.
Eğer o parayı gömen kişinin soyunun evi, yedi günden daha fazla ulaşabileceği bir yerdeyse, tütsü ve diğer işlemleri yapmakla onları geri getiremezsiniz. 24 saatte içinde yapmak daha iyidir. Unutulmamalıdır ki cinler, insan zekasının ancak %10'una sahiptirler. İnsanlar düşündükleri zaman, beyinlerindeki enerji, dışarıya renkli ışıklar olarak yansır. Bunu bazı hayvanlar ve cinler görür. İnsanları yönlendirmesi ise bu zamanda olur. Bu âna da gaflet ânı denir. Örneğin, sabah evden markete ekmek almaya gittiniz. Daha sonra, marketi geçtiğinizi  fark ediyorsunuz ve ekmek alacağınız aklınıza geliyor. İşte bu an, gaflet ânıdır. Bu ânda, insanları yönlendirirler. İnsandan üstün oldukları güç, sadece budur.

Cinleri uzaklaştırmak ve bölgedeki büyüyü bozma için tertipler

1. Kazılacak yere 6 köşeli yıldız çizmek ve ortasını kazılınca büyüğünün ve cinleri kayboldukları biliniyor

2. 7 adet yeşil sedir, iki taş arasında dövülür. 2 litre suya konup üzerine 7 Ayet-el Kürsi, Kâfirûn, İhlas, Felak ve Nas sûreleri okunur ve bölgeye serpilir.
3. Yunus Sûresi 81-82, Ta'ha Sûresi 69, Araf 118-122 ayetleri bir tabak suya okunur ve bölgeye serpilirse büyü bozulur

4. 21 Yasin Sûresi'ni bölgede okumak
5. Başka bir çözüm: Fatiha, Ayet-el Kürsi, İhlas, Felak ve Nas sürelerini 70 kere o bölgede okumak.
6. Başka bir çözüm: Defne yaprağı'nın tütsü olarak yakılması ve 7 İhlas okunması
7. Başka bir çözüm: Beyyine Sûresi'nin, bir tabağa okunup bölgeye serpilmesi
8. Başka bir çözüm: 33 defa Fatiha Sûresi okunur.
9. En zor olan tılsımlar, büyü ve cinleri temizlemek için 789 kere Besmele, 70 Fatiha, 41 Yasin, 2200 kere Felak ve Nas, 41 kere Cin Sûresi, 1 kere Fetih Sûresi, 1 kere Ta'ha [1]


Define Arama Sistemleri

er altında bulunan işlenmiş yada işlenmemiş metalleri bulmada kullanılan elektronik yada elektronik olmayan sistemleri tek tek inceleyelim.

Elektronik Cihazlar

Dedektör Sistemleri

Dedektör sistemleri, gaz,sıvı ve katı halde bulunan maddeleri özelliklerine göre diğer metallerden ayırabilen elektronik sistemlerdir. Bu sistemler kullanılacak işe ve alana göre ayrı ayrı tasarlanır. Mayın bulmak için tasarlanmış bir dedektörle altın yada gümüş gibi metalleri bulmanız imkansızdır.O zaman definecinin kullanacağı dedektör geniş amaçlı bir tasarım olması gerekmektedir, Altın, Gümüş, Bronz, Bakır, Demir gibi madenlerin yanında boşluk kemik gibi ve hatta bu metallerin oksit gazını da tespit etmeli ve derinden algılamalıdır.

Bu tür cihaz yer altında gelen ve bulmak istediğimiz metalin manyetik frekansını yakalama okuma ve cinsine göre ayırım yapabilecek şekilde tasarlanmalıdır.Dedektörlerin önemli unsurlarından biride "toprak ayarı" dır bu yara arama başlığının dolaştığı yerde değeri olmayan metallere yada küp parçaları içinde bulunan metal parçalarına ait zayıf frekansları es geçme olayıdır. toprak ayarı denilen sistem yoksa kullanıcı durmadan sinyal alacak ve başarısız kalacaktır. Dedektör tasarımının yanı sıra kullanıcının deneyim ve bilgi sahibi olması şarttır,

Dedektör sistemi yer altına sinyal gönderemez, arama başlığı yeryüzüne yayılan yaklaşık 10 Cm yüksekliğindeki Metallerin yaydığı manyetik frekanslarını yakalar. Siz arama başlığını 10 cm den yüksek tutarsanız dedektörün yayılan frekansı yakalama şansı ortadan kalkar. Kullanımla ilgili önemli konulardan biride sıcaklıktır. Gün sıcaklığı 15 ile 25 derecelik ısı arasında iken arama yapılmalıdır.

Definecilik, masraflı bir hobidir bu nedenle araştırma yapmadan önce çok güzel hesaplamalar yapılmalıdır.

Unutmayın ki dedektör defineyi bulmaz, sizin bulduğunuzu teyit eder, hedef noktayı test eder. Bunun içinde büyük masraflara katlanmanızı tavsiye etmiyoruz. Bulmada, size tarih bilgileriniz yardımcı olacaktır.

Alan Tarama Sistemleri

Bu sistemler daha geniş çaplı alanı taramakta ve nokta tespitini kademeli olarak yapmaktadır. Dedektör sistemlerinden daha avantajlı olarak görülmektedir, dijital ekran ve metallere göre ayırma özelliğine sahiptir, uygun tasarımlı olanları alıp kullanmanızı tavsiye ederiz, y alırken kalite ve garanti belgesinin olmasında dikkat etmek gerekir.

Kamera Sistemi

Definecilikte kullanılacak en ideal sistemdir. Bir video kamere yapısında olup, iki adet yardımcı antenle çalışan, kapalı alandaki görüntüyü ve sesi çok derinlerden algılayan, kaydeden daha sonra bilgisayar ortamında görüntüler hakkında değerlendirme yapma imkanı olan bir sistemdir.

Çubuk Sistemleri

Muhtelif metallerden imal edilmiş, elde çalışan elektronik olmayan, görünüşte basit olan bir sistemdir. Bu sistemin avantajı kadarda dezavantajı vardır. bir çok sorunları olan bir sistemdir, Çünkü toprak içinden binlerce çeşit mineraller var bunları yakalama yorumlama ve ayrıma gibi bir özellikleri bulunmamaktadır. Başka dezavantajı; güneş patlaması, kutup bölgeleri; atmosferik olaylar, yüksek gerilim hatları, uydu araçlarından gönderilen (TV ve Cep Telefonları Gibi) bir çok sinyaller bu sistemin sağlıklı çalışmasını büyük ölçüde etkilemektedir.[1]

Define Arama İzni

Kanunlar herkese açıktır Herkes gerekli izin alarak define aramaya başlayabilir…

Kazılacak bölgenin gerekli araştırmasını yaptıktan sonra kazılacağına karar verilirse yapılacak ilk işin en yakın müze müdürlüğü ve mülki amirliğine müracaat ederek izin alınmasıdır. En doğru yol budur. Kaçak kazı yapmaktan kaçınınız....
Defineciler arasında yaygın bir görüş vardır. “Bulduğum defineye devlet el koyar hakkımı vermez”. Bu çok yanlış bir kanıdır bulunan her türlü definen takdir komisyonlarınca incelenerek değeri biçildikten sonra ilgili bakanlığa ödeneği ayrılıp bloke edilen ödenekten definecinin hakkı verilir. En güzel alıcılar müzelerdir.

Konuya diğer yönden yaklaşan kaçak yapılan bir kazıda elde edilen define (altın, gümüş, heykel veya arkeolojik değeri olan varlıklar) Serbest piyasada kaçak olarak alınıp satıldığını herkes bilir. Bunun gerçek değerini ilk elden bulan şahsa ödenmediğini, kaçak olduğu için yakalanma riskinin çok yüksek olduğu sürekli ihbar edildiği bilinmektedir. (İhbar edene varlığın değeri üzerinden %7,5 verilir)
Arama yapmak ve kazıda bulunmak için en yakın müze müdürlüğü ve mülki amirden müracaat sonucu izin alınmalıdır.
İlgili müdürlükler yapılan müracaatları çok çabuk değerlendirip ekip oluşturmaktadırlar.

Müracaat bir dilekçe ve ekinde aşağıdaki belgelerle müze müdürlüğüne yapılmaktadır.

Define arayacak kimse bölgesini tespit edip gerekli ön çalışmaları yaptıktan sonra bir dilekçe ile en yakın mülki amire ve bir dilekçe ile müracaat edebilir.
Define aranacak bölge önce iyice araştırılmalıdır. Söz konusu bölgenin eski uygarlıklardan günümüze evreleri incelenip sonra bölgesel tespite geçilmelidir.

Hedef önce gözle, sonra makine ile test edildikten sonra kazı yapılmasına gerek duyulursa, yasal müracaatta bulunulmalıdır.
Define arama yasal bir iştir. 2863 Sayılı Kanuna atfen define arama yönetmeliği çıkarılmıştır. (R-6 –27 OCAK 1984 Sayı- 18294)
Define aranacak bölgenin ön çalışmasından sonra dilekçe verilir. Bu dilekçede aşağıdaki durumlar açıkça belirtiler. Define aranacak bölge 100 m2’yi geçemez. Bu bölge dilekçe ekinde verilecek kroki harita, fotoğraf üzerinde işaretlenecektir.[1]

Cinler Define'yi Korur mu?

Kurân-ı Kerîm'de cinlerle ilgili çeşitli bilgiler verilir. Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (S.A.V.) sahih hadislerinde de cinlerle ilgili az da olsa bilgi vardır. Hadislerde ki bilgi Kurân-ı Kerîm ayetlerindeki bilgidir, daha fazla açıklama içermez. Ancak bazı uydurmayı seven kimseler cinlerle ilgili yüzlerce sayfaya varan kitaplar yazıyorlar. Bu kitapların içindeki bilgilerin Kurân-ı Kerîm'e uyan kısmı doğrudur, geriye kalan kısmı uydurmadır.

Define arayanlar arasında cinlerle ilgili söylentiler vardır. Define konusunda yazılmış birkaç kitapta da cinlerle ilgili bir takım yazılar vardır.

Önce Kurân-ı Kerîm'de cinlerle ilgili bilgileri inceledikten sonra define konusunda cinlerle ilgili ortaya atılan konuları açıklayalım. Aşağıdaki ayetlerin verdikleri bilgilerin dışında cinler hakkında hikayeler uyduranlara itibar etmeyiniz.

Önce doğru bilgiler: Aşağıda Kuran ayetleri vardır. Ayetlerin önündeki ilk rakam ayetin bulunduğu surenin numarasıdır, ikinci rakam da ayetin numarasıdır.

Allah cinleri kendisine ibadet etsinler diye yarattı:

Euzubillahimineşşeytanirracim bismillahirrahmanirrahim : Taşlanmış Şeytan'dan Allah'a sığınırım. Rahman Ve Rahim Allah'ın Adıyla.

51/56 Cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etmeleri için yarattım.

51/57 Onlardan bir rızık istemem; Beni doyurmalarını da istemem.

51/58 Şüphesiz rızıklandıran da, güç ve kuvvet sahibi olan da Allah'tır.

Allah cinleri, insanlardan önce ve ateşten yarattı:


55/14 O, insanı pişmiş çamur gibi kuru balçıktan yaratmıştır.

55/15 Cinleri de yalın bir alevden yaratmıştır.

15/26 Andolsun ki, insanı kuru balçıktan, işlenebilen kara topraktan yarattık.

15/27 Cinleri de, daha önce dumansız ateşten yarattık.

Cinler doğruyu bilmezler ve yalan uydururlar, çoğu yanlış yoldadır, bir kısmı doğru yolu buldu, cinlerden yardım isteyen insanlar azgınlardır ve yanlış yoldadırlar


72/1 De ki: "Cinlerden bir topluluğun (Kurân-ı) dinlediği bana vahyolundu; onlar şöyle demişlerdir: "Doğrusu biz, hayrete düşüren bir Kurân dinledik."

72/2 "Doğru yola iletiyor, ona inandık; Artık biz, Rabbimize hiçbir şeyi ortak koşmayacağız."

72/3 "Doğrusu Rabbimizin yüceliği her yücelikten üstündür. O, zevce ve çocuk edinmemiştir."

72/4 "Doğrusu aramızdaki beyinsiz, Allah'a karşı yalanlar uyduruyordu."

72/5 "Doğrusu insanlar ve cinlerin Allah'a karşı yalan uydurabileceklerini sanmazdık."

72/6 "Gerçekten, birtakım insanlar, cinlerin bir takımına sığınırlardı da onların azgınlıklarını artırırlardı."

72/7 "Doğrusu, onlar da sizin, Allah'ın kimseyi yeniden diriltmeyeceğinizi sandığınız gibi zanda bulunmuşlardı"

72/8 "Doğrusu biz göğü yokladık; onu sert bekçiler ve kayan ateşlerle doldurulmuş bulduk."

72/9 "Doğrusu biz, göğün dinleyebileceğimiz bir yerinde otururduk; ama şimdi kim dinleyecek olsa, kendisini gözleyen bir ateş buluyor."

72/10 "Yeryüzünde olanlara kötülük mü murat edildi yahut Rableri onlara bir iyilik mi dilemiştir, doğrusu biz bilemeyiz."

72/11 "Doğrusu aramızda iyiler de vardır, bundan aşağı bulunanlar da vardır. Biz, türlü türlü yolda olan topluluklardık."

72/12 "Yeryüzünde kalsak da Allah'ı aciz bırakamayacağımız, başka yere kaçsak da, O'nu aciz kılamayacağımız gerçeğini şüphesiz anladık."

72/13 "Şüphesiz, doğruluk rehberini dinlediğimizde ona inandık; kim Rabbine inanırsa, o, ecrinin eksiltileceğinden ve kendisine haksızlık edileceğinden korkmaz."

72/14 "İçimizde, (Allah'a) teslim olanlar da, yoldan sapanlar da vardır. (Allah'a) teslim olanlar, işte onlar, doğru yolu arayanlar, ona layık olanlardır."

6/128 (Allah) hepsini toplayacağı gün, "Ey cin topluluğu! İnsanların çoğunu yoldan çıkardınız." der, insanlardan onlara uymuş olanlar, "Rabbimiz! Bir kısmımız bir kısmımızdan faydalandık ve bize tayin ettiğin sürenin sonuna ulaştık." derler. "Cehennem, Allah'ın dilemesine bağlı olarak, temelli kalacağınız durağınızdır." der. Doğrusu Rabbin hakimdir, bilendir

Kurân-ı dinleyen cinler doğrunun farkına vardı, öbür cinler Allah'ın muradının önüne geçemez.

46/29 Kurân-ı dinleyecek cinlerden bir takımını sana yöneltmiştik. Onlar dinlemeğe hazır olunca birbirlerine: "Susun." dediler. (Kurân) okunması bitince, uyarıcı olarak kavimlerine döndüler.

46/30 Şöyle dediler: "Ey milletimiz! Doğrusu biz, Musa'dan sonra indirilen, kendinden öncekileri doğrulayan, gerçeği ve doğru yolu gösteren bir Kitap dinledik."

46/31 "Ey milletimiz! Allah'a çağırana uyun ve O'na inanın da (Allah) sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi acı azaptan korusun."

46/32 Allah'a çağırana uymayan kimse bilsin ki, (Allah'ı) yeryüzünde aciz bırakamaz; onların O'ndan başka velileri de bulunmaz; işte onlar apaçık sapıklıktadırlar.

Cinler de doğru yola çağrıldılar, ama bu doğru yola uymayıp kafir oldular.


6/130 "Ey cin ve insan topluluğu! Size ayetlerimi anlatan, bu günle karşılaşmanızdan sizi uyaran elçiler gelmedi mi?" "Kendi hakkımızda şahidiz." derler. Dünya hayatı onları aldattı da kafir olduklarına, kendi aleyhlerinde şahitlik ettiler.

Cinlerle uğraşan ve onlara inananlar, cinlerden medet umanlar zalimlerdir.

34/39 De ki: "Doğrusu Rabbim, kullarından dilediğinin rızkını hem genişletir ve hem de ona daraltıp bir ölçüye göre verir; sarf ettiğiniz herhangi bir şeyin yerine O daha iyisini koyar, çünkü O rızk verenlerin en hayırlısıdır."

34/40 (Allah) bir gün onların hepsini diriltip toplar, sonra meleklere: "Bunlar mı size tapıyordu?" der.

34/41 Melekler: "Haşa, Seni tespih ederiz, bizim dostumuz onlar değil Sensin. Hayır; onlar bize değil cinlere tapıyorlardı, çoğu onlara inanıyorlardı" derler.

34/42 Zalimlere: "Yalanladığınız ateşin azabını tadın, bugün birbirinize fayda ve ne de zarar verebilirsiniz." deriz.

Allah cinleri yarattı ve kendine yakın da tutmadı, kendi işine ortak ta etmedi.

6/100 Cinleri -O yaratmışken- kafirler (Allah'a) ortak koştular. Körü körüne O'na oğullar ve kızlar uydurdular. Haşa O onların vasıflandırmalarından münezzehtir ve yücedir.

26/210 Onu (Kurân-ı) şeytanlar indirmemiştir.

26/211 Bu onlara düşmez, zaten güçleri de yetmez.

26/212 Doğrusu onlar vahyi dinlemekten uzak tutulmuşlardır.

26/213 O halde sakın Allah'ın yanında başka tanrı tutup ona yalvarma, yoksa azap göreceklerden olursun.

Şeytan cinlerdendir, hem Allah'ın hem de insanların düşmanıdır. Şeytan'dan ve onun soyu olan cinlerden dost olmaz. Tek dost Allah'tır. Allah cinleri hiçbir işte kendine yardımcı edinmedi.


18/50 Meleklere: "Adem'e secde edin." demiştik. İblisten başka hepsi secde etmişti. O, cinlerden idi. Rabbinin buyruğu dışına çıktı. Ey İnsanoğulları! Siz beni bırakıp onu ve soyunu dost mu ediniyorsunuz? Halbuki onlar size düşmandır. Kendilerine yazık edenler için bu ne kötü değişmedir!

18/51 Oysa Ben onları ne göklerin ve yerin yaratılmasında ve ne de kendilerinin yaratılmasında hazır bulundurdum. Saptıranları hiçbir işte asla yardımcı da edinmedim.

18/52 O gün (Allah): "Bana ortak olduklarını iddia ettiklerinize seslenin." der. Onları çağırırlar, fakat hiçbirisi onların çağrılarına gelmez. Aralarına bir cehennem deresi koyarız.

36/60 Ey Ademoğulları! Ben size, "Şeytana tapmayın, o sizin için apaçık bir düşmandır" demedim mi?

36/61 Bana kulluk edin, bu doğru yoldur, diye bildirmedim mi?

35/6 Şeytan şüphesiz sizin düşmanınızdır; siz de onu düşman tutun; o, kendi taraftarlarını, çılgın alevli cehennem yaranı olmaya çağırır.

Cinler Hz. Süleyman için köle gibi çalıştılar, çalışmayana ceza verildi. Cinler gaybı bilmez.


34/12 Gündüz estiğinde bir aylık mesafeye gidip, akşam estiğinde bir aylık mesafeden gelen rüzgarı buyruğu altına verdik. Onun için su gibi erimiş bakır akıttık. Rabbinin izniyle, yanında iş gören cinleri onun buyruğu altına verdik ki, bunlar içinde buyruğumuzdan çıkan olursa ona alevli ateşin azabını tattırırdık.

34/13 Süleyman için, o ne dilerse, mabetler, heykeller, büyük havuzlara benzer çanaklar ve taşınması güç kazanlar yaparlardı. Ey Davud ailesi! Şükredin! Kullarımdan şükredenler pek azdır.

34/14 Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, ancak değneğini yiyen kurt onun ölümünü cinlere fark ettirdi. O, ölü olarak yere düşünce, ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı bilmiş olsalardı alçak düşüren bir azap içinde kalmazlardı.

Kurân-ı Kerîm'de bir- ikisi müstesna cinlerle ilgili ayetlerin tamamı bunlardır. Peygamberimizin önemli hadis kitaplarında bulunan cin ile ilgili hadislerinin sayısı çok az olup bir kaç tanedir ve yukarıdaki ayetlerden daha değişik bir bilgi içermezler.

Ama cinlerle ilgili uydurulan şeyler çoktur.

Define arayanlar arasında cinlerle ilgili söylentiler vardır. Define konusunda yazılmış kitaplarda cin konusuna da yer verilmiştir. Define ile ilgili yazılmış bir kitapta cinlerle ilgili bir takım yazılara ve şöyle anlatımlara rastladık :
  1. Defineyi gömenler, defineyi 24 saat koruyamayacakları için cin çağırıyorlar ve onlara bekçilik yaptırıyorlar.
  2. Kilisenin papazları kilisenin paralarını gömerken kara büyü - papaz büyüsü yaparlar.
  3. Bazı paralar, cinler padişahının koruması altındadır.
  4. Besmelesiz gömüde ve eşkıya parasında cin vardır.
  5. Kazı öncesinde pek çok definecinin tercihi, cin istihdam eden kişilere başvurarak yerin doğruluğunun tespitini istemektir.
  6. Hoca, şüpheli araziden getirilen bir avuç toprağa bakarak arazide define olup olmadığını söyler. Paranın cinler tarafından sahipli olup olmadığını da söyler. Paranın miktarını ve derinliğini söyler.
  7. Cinler ellerinde olan defineyi vermemek için uğraşırlar, çeşitli engelleme yöntemlerine başvururlar.
  8. Cinlerin koruduğu para etrafında kazıdan önce çevirme yapılır. Çevirme siyah kemik saplı bıçak veya nar veya gül dalıyla kazılacak yerin etrafında dua okuyarak daire çizmektir. Bu arada tütsü yakılır, daire içinde 5 köy yumurtası kırılır; bu cinleri bir bomba gibi korkutur.
  9. Eğer kazıda define bulunursa, bu paranın bir kısmı kazılan çukurda cinler için bırakılır. Bu şekilde cinler görevlerine devam edebilirler.
Buna benzer konular bu kitapta onlarca sayfa anlatılıyor. Bu anlatımların hepsi mesnedi olmayan sözlerdir. Meleklerle, cinlerle, ahiret dünyası ile ilgili bilgileri bize ancak Yüce Allah ve onun Peygamberi verebilir. Yüce Allah'ın ve sevgili Peygamberimizin bize öğrettiklerinde yukarıda anlatılan şeylerin zerresi bile yoktur.

Yüce Allah Kurân-ı Kerîm'de kendini "Hayrürrazikin" "Rızık verenlerin en hayırlısı" olarak tanımlamıştır:

34/39 De ki: "Doğrusu Rabbim, kullarından dilediğinin rızkını hem genişletir ve hem de ona daraltıp bir ölçüye göre verir; sarf ettiğiniz herhangi bir şeyin yerine O daha iyisini koyar, çünkü O rızk verenlerin en hayırlısıdır."

Rızkı ve rızkın bir çeşidi olan "defineyi" de Allah'tan istemek gerekir. Bu arada define bulmak için cinlerden medet umanları da doğru yola davet ediyoruz. Cinlerle uğraşmaktan vaz geçsinler. "Şeytan da cinlerdendir." İnsanlar, Allah taraftarı veya Şeytan taraftarı diye ikiye ayrılır. Allah taraftarı olalım ve Yüce Allah'ın Fatiha suresinde bize söylettirdiği: "İyyake na'büdü ve iyyake nesta'in" = "Sadece sana kulluk eder ve sadece senden yardım dileriz" vazifesini yerine getirelim. Cinlerden yardım istemek yanlıştır. Definenin yerini cinler söylemez. Yüce Allah dilerse bir sebep yaratır ve sizi oraya götürür. Define ararken cinlerden korkulmaz, tek korkulacak varlık Allah'tır. O Kurân-ı Kerîm'de Ben'den korkun dedi. Yüce Allah dilemezse de kimsenin başına bir musibet gelmez. Ancak korkunun önüne geçilemezse, Yüce Allah, bu durumda kullarının kendisine sığınmalarını emretmiştir. Kurân-ı Kerîm'in son iki suresinde Yüce Allah bize şöyle söylettiriyor:

113/Felak Suresi

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

113/1 De ki: "Sığınırım ben tan yerini ağartan Rabbe,

113/2 Yarattıkların şerrinden,

113/3 Bastırdığı zaman karanlığın şerrinden,

113/4 Düğümlere nefes eden (üfürükçülerin) şerrinden,

113/5 Haset ettiği zaman hasedçilerin şerrinden,"

114/Nas Suresi

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

114/1 De ki: "Sığınırım insanların Rabbine,

114/2 İnsanların hükümranına,

114/3 İnsanların Tanrısına,

114/4 O sinsi vesvesecinin şerrinden.

114/5 İnsanların kalplerine vesvese (kuruntu, kuşku) sokan,

114/6 (Bu vesveseciler) İnsanlardan ve cinlerdendir."

DEFİNE-DEFİNECİLİK

Define,definecilik,define işaretleri,define arama yolları,gizli defineleri arama,cinler büyü tılsım,define arama çubukları, ,gizemli defineleri çıkartma,define nasıl aranır hepsi burada


Anadolu'da Sualtı Hazineleri




Anadolu'da Sualtı Hazineleri

Tufan Turanlı

Türkiye'de Sualtı Arkeolojisinin Geleceği Bu kitabın sayfaları arasında izlediğiniz gibi, dünyanın en önemli sualtı arkeolojik kazıları bizim sularımızda gerçekleşmiş olup bilgi ve değer açısından paha biçilmez eserler de bizim denizlerimizden çıkarılmıştır. Bu çalışmalar sonucu Bodrum Müzesi dünyanın en önemli sualtı müzesi olmuş, Bodrum sualtı arkeolojisinin odak noktası haline gelmiştir. Yirmi yılı aşkın bir süredir gerçekleştirmekte olduğumuz araştırmalar sonucu yüzün üzerinde batık alanları tespit edilmiş, bunlar kaydedilerek Kültür Bakanlığı arşivlerinde yerlerini almışlardır. Bu çarpıcı tabloya rağmen bence bu sadece bir başlangıçtır. Anadolu tarih boyu medeniyetlere kucak açmış, denizlerimiz de medeniyetler arası ilişkiler için bir köprü görevi görmüştür. Enstitümüzün Bodrum'daki yeni merkezi, Türkiye için büyük gelecek vaad eden TINA'nın faaliyetleri denizlerimizdeki araştırmalara büyük ivme kazandıracaktır.

Bu arada Türkiye'de sualtı arkeolojisini bekleyen tehlikeler de mevcuttur. Dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye'de de bilimsel sualtı araştırma sonuçlarından rahatsız olanlar vardır. Bilhassa batık tespit çalışmalarından, bu çalışmalar sonucu kıymetli tarih kalıntılarının kaydedilmesi ve korumaya alınmasından bazı çevreler olumsuz etkilenmekte ve bu çalışmaların durdurulması için çaba göstermektedirler. Arkalarında büyük maddi güçlerin de bulunduğu bilinen bu grupların varlığından Kültür Bakanlığı haberdardır. Kamuoyunun ve Kültür Bakanlığı'nın sualtı arkeolojisini ve tarihi buluntuları bekleyen tehlikeleri biliyor olmaları, bu grupların amaçlarına ulaşmalarını engelleyecektir. Ancak yine de, her sualtı araştırmacısının bu tehlikenin farkında olması ve küçümsememesi gerektiğine inanıyorum.

Birçok batık kazılıp sayısız antik geminin yeri tespit edilmiş olmasına rağmen sularımızda halen keşfedilmeyi bekleyen kıymetli sualtı kalıntılarının olduğu kesindir. Ne yazık ki son yıllarda süngerlerin hastalanması ve mesleğin zorluklarından dolayı süngercilerin deniz turizmi gibi başka dallara kayması sonucu bizleri batıklara yönelten en önemli kaynağı kaybetmiş bulunuyoruz. Ayrıca şimdiye kadar yoğun bir şekilde devam ettirdiğimiz araştırmalarda, sahil şeridine yakın, dolayısıyla bulunması nispeten kolay olan batıkların büyük çoğunluğunu tespit ettiğimizden, artık daha derinlere inmek, daha zor batıkların peşinde koşmamız gerekiyor. Bu da yeni ve verimli teknolojiler üretmemizi şart koşuyor. Üzerinde çalıştığım bir proje, sualtı arkeolojisi için özel bir ROV'ı (Remote Operated Vessel - Uzaktan kumandalı robot) konu alıyor. Bu cihazla, derinliğinden dolayı dalgıç indirmenin riskli veya imkânsız olduğu açık denizlerde rahatlıkla incelemeler yapılabilecektir. Ayrıca şu anda üzerinde çalıştığımız başka bir projenin sualtı kazıları açısından çığır açması bekleniyor. Sualtı araştırmalarına harcanan zamanın yarıdan fazlasını, ölçüm ve haritalama çalışmaları almaktadır. Oysa bu proje dahilinde geliştirilen yeni yöntemle, sualtı araştırmaları için gerekli olan bütçe, zaman ve ekip yarıya inecektir.

Türkiye'de sualtı arkeolojisinin geleceğini etkileyecek en önemli faktör insan faktörüdür. Evet, denizlerimizde çok önemli kazı ve araştırmalar gerçekleşmiştir, fakat bunlar bir avuç insanla oluşmuştur ve bu insanlar, kabul etmesi ne kadar güç de olsa, bu satırların yazarı da dahil olmak üzere, yaşlanmaktadır. T.I.N.A.'in ilk etkinlik olarak bir Türk öğrenciye mali destek vererek faaliyetlerine başlaması son derece sevindiricidir. Bu konuda en büyük görev bir müze müdürü olmasına rağmen Türkiye'de sualtı arkeolojisinin nabzını elinde bulunduran Oğuz Alpözen'e düşmektedir. Bodrum Sualtı Müzesi harikasını yaratan Alp özen 'insan eseri' yaratmaya yönelmelidir. Aksi takdirde büyük heyecanla tutuşturmuş olduğu meşale kendisinden sonra sönmeye mahkum olacaktır.

Sualtı Arkeolojisinin geleceği son derece parlak görünüyor. Her kültürel faaliyet gibi başarı için önemli bir etken olan maddi destek konusunda ilerlemeler kaydediliyor. Şimdiye kadar tamamen yurt dışı kaynaklarından sağladığımız maddi desteğin hiç olmazsa bir kısmının Türkiye'den sağlanabileceğine, Yapı Kredi Kültür Sanat A.Ş.'nin bu yayınla verdiği ilk desteği diğer kuruluşların devam ettireceklerine inanıyorum. Ne olursa olsun, 'Denizlerimizdeki Tarih', gelecek nesillere bırakacağımız kültür miraslarımızın başında yerini alacaktır.[1]

EŞKİYA LEFTER HAYATI

Çerkeşli Köyünün tarihi geçmişi oldukça eski zamanlara dayanmaktadır. Anlatılanlara göre bu köyün en eski yerleşim yeri bu günkü Çerkeşli köyü ile Yukarı Hereke arasındaki Altınoluk mıntıkası (diğer bir adıyla Kocataflan mevkii) imiş. Bugünkü Çerkeşli köyünün yaklaşık 4- 5 km kadar kuzeydoğusunda kalan eski Altınoluk köyü günümüzden yaklaşık 2000 yıl evvel kurulmuş olup yine zamanla l600 sene evvel tarihe karışmış olsa gerektir. Bu gün her ne kadar Altınoluk köyünden hiçbir eser kalmadıysa da bu mevkide çok eski bir Rum (Roma) mezarlığının yeri bellidir. Yine burada antik döneme ait olduğu sanılan bir kaya mezarı bulunmaktaydı. Bu kaya mezarı l990 ların başlarında define avcıları tarafından darmadağın edilerek ortadan kaldırıldı. Bu yöre bugün Yukarı Hereke köyünün sınırları içerisinde kalmaktadır. Tamamen Rum köyü olduğu sanılan bu köy, yöre Türkleşmeden çok evvel tarihe karışmıştır.Yukarı Hereke yöresi 22 mayıs 337 de Roma İmparatoru Büyük Konstantin in öldüğü topraklardır. Bir Romalı tarihciye göre İmparator Konstantin Roma topraklarında Hıristiyanlığı serbest bırakmasına rağmen kendisi ömrünün son zamanlarına kadar putperest olarak yaşadı. Sasani kralı Şahpurun üzerine büyük bir orduyla sefere çıktığı bir sırada Libyssa (Gebze) ile Nicomedeia (İzmit) arasındaki Ancyrona (Hereke) kasabasında aniden hastalanınca başına üşüşen tabipler hastalığına derman aradılar. Ancak hastalığı gitgide ilerliyordu. Güneş tanrısına inanırdı ancak ölüm döşeğinde iken papazlardan alelacele vaftiz edilmesini istemiş Hıristiyan olmuştu. Konstantin in hastalığı mayıs başından itibaren 3 hafta sürmüş kendisi çok günah işlediğinden üvey annesiyle zina yapan oğlu Krispusu ve karısı Faustinayı öldürdüğünden ve halka zulmettiğinden bu günahlarından kurtulmak üzere vaftiz edildi. Son anlarında "Bende vaftiz edilip günahlarımdan arınmış olarak ölüyorum, cennete gidiyorum" diyordu. Artık beyaz kaftanlarını giyiyor, eflatun renkli askeri üniformalı savaş elbiselerini istemiyordu. Acımasızlığı ve zalimliğinden eser kalmamıştı. Etrafından hekimler ve papazlar hiç ayrılmıyordu. Sasani seferinden de vazgeçmişti. 22 mayıs ta Ancyrona (Hereke) da ölünce Isa peygamberin on iki havarisini temsil eden mermer bir lahite konup Ancyrona da toprağa verildi. Mezarı halen bu civarda (toprak altında) bilinmeyen bir yerdedir.

Yörede ayrıca Taflan Bayırı, Kınalıbayır (yada Efeliağıl), Karaağıl, Kuşaklıca, Şakirdüzü mevkiilerinde birer Hıristiyan Rum köyü kurulu bulunuyormuş, yine Eskiköy denen mıntıkada da Türklerden önce bir Rum köyü mevcutmuş. Köyde Rumca adı Peteganon denen mevkide eski çağlarda vebadan ölen insanlara ait toplu Hıristiyan mezarları olduğu bilinir. Bu mezarların 1347-1354 yılları arasında bütün Avrupa yı kasıp kavuran, yirmi milyondan fazla insanın ölümüne yol açan İstanbul boğazı yoluyla Anadolu ya da geçen büyük Kara Veba (taun) salgını sırasında ölen insanlara ait olduğu sanılır. Bu salgın yöredeki Rum nüfusunun azalmasında en önemli etkendir.

Ayrıca köyün güneybatı kesiminde Öğren mevkii denen yerde Lefter mezarları denen üç lahit türü mezar bulunuyor. Kimisine göre Ceneviz mezarları olarak da adlandırılan bu mezarlar gerçekte bu yörede Türkler döneminde korku salan soyguncu bir Rum eşkiyasına aitmiş. Lefterin eşkiyalık faaliyet alanı İstanbul un Anadolu yakası, Kocaeli ve Sakarya civarı, yatağı ise Gebze bölgesi Yelken tepe civarıymış. Yine ölü olarak ele geçirildiği yerde Yelken tepeymiş.

Öte yandan bu günkü Çerkeşli köyünün günümüzden yaklaşık olarak 650 sene evvelinde Sultan Orhan Gazi nin(1324-1362) zamanında yöreye gelen Türkler tarafından kurulduğu bilinmektedir. Bu köyün (Kalburcu da olduğu gibi) bu bölgede o zamanlar Bizanslılarla yapılan bir savaştan sonra kurulduğu bilinmektedir, İlk olarak Orhangazi döneminde 1326 da Türkler tarafından fethedilen Gebze yöresi 1328 de Bizanslılarca alınmış,1329 da Pelekanon zaferiyle tekrar alındıysa da bu biraz pahalıya mal olmuştur. Anlatılanlara göre Hereke nin fethedilmesinden sonra Osmanlı ordusu Gebze üzerine doğru ilerlerken bir Bizans ordusuyla karşılaşılmış, yapılan şiddetli bir meydan savaşından sonra Türk ordusu zaferi kazanmış ancak bu savaşta Çerkeş Bölüğü nden (Ki o zamanlar bölükler memleketlere göre ayrılırmış) dört kişi ya da dört kardeş birden şehit düşmüş ve bu bölgeye gömülmüşler. Bu mezarların başına da birer nöbetçi asker dikilmiş, bundan sonra takip eden yıllarda bu dört şehit askerin anne-babası ve akrabaları yedi hane olarak gelip bu bölgeye yerleşmişler. Şehitlerinin bulunduğu bu yörede bir köy kurmuşlar ve kurulan köye de Çerkeşli adını vermişler. Bu isimde kurulduğu günden beri değişmeyerek zamanımıza kadar böylece gelmiş.

Köy Timur yenilgisinden sonra 1403 te Bizans ın işgaline uğramış, 1410 da silah zoruyla kurtarılmış ancak 1411 de yapılan antlaşmayla tekrar Bizansa bırakılmış, Gebze yöresindeki bu işgal dönemi 419 a kadar sürmüştür. Sonra Çelebi Sultan Mehmet in kumandanlarından Timurtaşoğlu Ali Paşa Gebze yöresini son defa Bizans kuvvetleriyle şiddetli muharebeler yaparak ve herbir belde için ayrı ayrı savaş vererek kılıç zoruyla ve bileğinin hakkıyla fethetmiştir.

Çerkeşli köyünün kuruluşu ile ilgili rivayetler bununla da kalmıyor. Osmanlı Türklerinin yöredeki ilk zamanlarında Diliskelesi ile Tavşancıl arasında Eynarce deresinin İzmit Körfezine kavuştuğu kesimde Eynarce yada Gemiciler adında Müslüman bir Türk köyü kurulu bulunuyormuş. Aynı dönemlerde İstanbul un Galata kesimi Bizanslılara değil Cenevizlilere aitmiş. O zamanlar Bizanslılarla antlaşma halinde olup onlardan yüz bulan Cenevizlilere ait korsan gemiler rahatlıkla Marmara Denizine ve İzmit Körfezine girebiliyorlarmış. Bu gemiler körfez kıyısındaki Türk köylerine o kadar çok baskın düzenlemiş, köylüleri soyup soğana çevirmiş, hatta kızlarını bile kaçırmışlar. Türk köyleri bu durumdan illallah demiş. Soyguncular kaçıp kaybolduğu için hiç kimse onlara bir şey diyemiyormuş. (Hatta 1350 li yılların sonunda İzmit Körfezinde sandal sefası yapan Orhan Gazi nin oğlu Halil Bey Diliskelesi Eynarce den Cenevizli korsanlar tarafından kaçırılıp Foça ya götürülmüş, Bunun üzerine Orhan Gazinin kendilerine zarar vermesinden korkan Bizans imparatoru İonnes Orhan gaziye aracı olup Foça ya giderek korsanlara 100.000 altın ödeyip Halil Beyi kurtarmıştır). İşte o dönemlerde Cenevizli korsanların sık sık köylerini basmasından bıkan Gemiciler köyünden 15 hane sonunda deniz kıyısından kaçıp 6- 7 km kadar içlere dağların arasına kaçarak Cenevizlilerin saldırılarından kurtulmuşlar. Gemiciler köyü ahalisinin kaçıp saklandıkları yer bu günkü Çerkeşli köyünün bulunduğu yer olup üç tarafı dağlarla çevrilidir, denizi görmez ve denizden de görünmez. Köy 1430 lu yıllarda buraya kasten gizlenilerek kurulmuştur. Çerkeş den gelen yedi hanelik guruptan sonra Gemiciler köyünden gelen 15 hanelik gurubunda bu yöreye yerleşmesiyle köy 22 haneye ulaşmıştır. Öte yandan l453 yılının mayıs ayında İstanbul u fetheden Fatih Sultan Mehmet aynı yılın Haziran ayında Cenevizlilerin bulunduğu Galata kesimini de fethetmiş ve Ceneviz korsanları bir daha değil İzmit Körfezine Marmara denizine bile giremez olmuşlar.

Anlatılanlara göre Gemiciler köyünün tamamı Çerkeşli köyüne göç etmediğinden kalan köylüler Eynarce kesiminde günlük hayatlarını sürdürmüşler. Bu köyün ahaliside 17. yüzyılın sonunda ya da 18. yüzyılın başlarında köylerini terk ederek Tavşancıl köyüne yerleşmişler, Böylece bu köyde tarihe karışmıştır. (Tavşancıl Belediyesinin hazırlamış olduğu Tavşancılı tanıtan bir raporda Eynarce denen yerde Bizanslılar döneminde Filogren köyünün ve kalesinin kurulu bulunduğundan bahsediliyor. Ancak yine birçok kaynak Flogreni Eskihisar ya da Darıca ile Tuzla arasında gösterir.)

Yavuz Sultan Selimin Çaldıran ve Ridaniye Seferlerine gider iken ordusuyla kervan ve hac yolları üzerindeki Dilovası nda konakladığı bilinir. Elimizdeki belgelere bir göz atalım. 24 Nisan 1514 pazartesi. Pendik yakınında Papas Çayırı (sonra Sultan Çayırı, sonra Çayırova) konağına gelindi. (merhum Fatih Sultan Mehmet Han burada vefat eylemişti.). 25 Nisan 1514 Salı. Kekboze (Gebze) yakınındaki bir konağa gelindi. 26 nisan 1514 Çarşamba. Değirmendere konağına gelindi, sonra yola devam edilmiştir. Haydar çelebi Ruznamesinde Değirmendere olarak bahsedilen bu yer bu günkü Dilovası dır. Dilderesinin o zamanki adı da Değirmendere dir. Burası bu günkü Dilovası civarında herhalde küçük bir han ve 10-15 hanelik de evin bulunduğu bir konaklama yeriydi. Haydar Çelebi ruznamesinde Gebze yöresini gösteren bir haritada Gebze den Kekboze, Dilovası ndan Değirmendere, Hereke civarındaki bir konaklama yerinden de Çınarlık olarak bahsediliyor. Ruznamede Değirmendere den sonraki konak için Çınarlı kazası yakınında bir konağa varıldı (27 nisan 1514) deniyor. Burası Derince nin Çınarlı köyü de olabilir. Ancak aynı gün için bir başka sayfada Hereke denen Harap kaleye varıldı deniyor.

Osmanlı zamanında toprak sahipleri,has , zaamet ve tımar olarak üç bölüme ayrılırdı. Bu dönemde başta Gebze nin Çerkeşli ve Demirciler köyü ahalisi olmak üzere tımar sahibi olarak köylüler her sene Osmanlı ordusundan en az 6 askerin masraflarını karşılamak zorundaydılar. Bu şartlarla köylülere toprak işletme hakkı veriliyordu. Dilovası arazisi de o dönemlerde bağlık ve bahçelik olup Çerkeşli ve Demirciler köylerinde ikamet eden tımar sahiplerine ait idi. Gebze köylerindeki bu durum Sultan İkinci Mahmut (1808-1839) dönemine kadar devam etmiştir. Osmanlı devletinin yükselme ve Duraklama dönemlerinde Gebze nin Çerkeşli ve Tavşancıl köylerinin çevresi hep üzüm bağlarıyla çevriliymiş, Çerkeşlinin ve Tavşancılın yurt çapındaki meşhur çavuş üzümleri Anadolu da ve İstanbul da nam yapmış isim kazanmıştır. Çerkeşli ve Tavşancıl köylerinden her sene üçyüz at arabası dolu üzüm İstanbul pazarlarına ve Topkapı sarayına taşınır bizzat Osmanlı padişahlarına sunulurmuş.

Rivayet edilir ki Irana Sefere çıkan ordu Dilovası nı geçmiş, Tavşancıla varmış, arazinin hep kayalık olduğunu gören padişah, "Buraları hep taşlık, bir şey yetişmez, yazıktır. Kaldırın

buraların vergilerini" demiş. Yeniçeri ağası cevaben: "Ne dersiniz sultanım, sizin sarayınıza giren üzümler hep buralardan çıkar."deyince vergiler devam etmiş.

Tarihi Mimar Sinan köprüsü

Hicri 54 (m.1644) senesinde Lali Efendi oğlu İbrahim efendi, Bağdat Valisi Deli Hüseyin Paşanın divan efendisi olduğu bir sırada İstanbul a gelmek üzere Gegboza yöresindeki Diliskelesi geçindinden (Hersek d2c ilinden, Gebze Diliskelesine) geçerken denizde boğularak öldü. 4.Mehmet Hanın bilginlerinden Abdülaziz efendinin kardeşi idi. Kabri İstanbul da Siyasi (Sivaslı) tekkesinin kabristan haline getirilen bahçesinde olsa gerektir.

Dilovası Dilderesi üzerinde bulunan tarihi Mimarsinan köprüsü kimine göre l530 lara doğru Mimar Sinan tarafından kimine göre l650 lerde hac yolu üzerinde olduğu ve doğu seferlerine giden ordunun geçit yolu üzerinde gerekli olduğu için padişah 4.Mehmet döneminde yaptırılmıştır. Köprünün tarih kaydı düşülmemiş. Ortadaki büyük üç gözden oluşan köprü 65m. uzunluğunda olup tarihi kervan yolunun (ipek yolu) üzerinde yer alıyordu. Şimdi ise trafiğe bile kapalı kaderiyle baş başadır. Bir dönemde Çerkeşli denize uzak olmasına rağmen ahalisinin Çoğu denizcilik ile, gemi ticaretiyle geçinen bir köy durumundaydı. Ayrıca İstanbul ile üzüm ve kiraz satışı sayesinde kara ticareti, alım ve satım işleri yapılmaktaydı. 18. yüzyılın ortalarında Tavşancıl, Çerkeşli, Demirciler köyleri ile Diliskelesi burnu arasındaki Eynarce mevkii bir iskele durumundadır. Tımar olarak işletilen bu arazinin sahibi Gebze nin Çerkeşli köyünden Yazıcıoğlu Mehmet olarak gözüküyor. Eynarce ve Diliskelesi yöresindeki araziler bu dönemde ekilip biçilen yerlermiş. Eynarce iskelesinde gemicilik ve denizcilik mesleği (200 yıl evvelinde Avrupa da buharlı gemilerin türemesi sebebiyle) artık yapılamaz olduğundan 1775-l800 arasında Eynarce köyünün halkı birkaç km. kuzeydoğudaki Tavşancıl köyüne göç etmişler ve böylece buradaki köyde tarihe karışmıştır.

O zamanlar Eynarce köyü terk edildikten sonra bile bu mevkiide bir cami, çeşme ve konaklama yeri ile birkaç da ev mevcutmuş. Çerkeşli köyüne ait bir iskele görünümündeki bu konak yerinde Yazıcıoğlu Mehmet Ağanın birde çiftliği bulunuyormuş. Burada yine Mehmet ağaya hizmet etmiş olan odacıların mezarları bulunuyor. Yazıcıoğlu Mehmet Ağa 1796da Çerkeşli köyünde ölünce mülkü oğlu Yazıcıoğlu İbrahime geçiyor. Oğlu da hemen iki sene sonra 1798de ölünce mülkün yönetimi Yazıcıoğlu Mehmet Ağanın damadı Hacı Kasıma geçiyor. Bu bölgenin tapuları ilk defa Mahmut bin Selim üzerine gözükmektedir. Yazıcıoğlu sülalesinin 18. yüzyılın sonunda Tavşanlı Demirciler arasında dahi geniş arazilerinin var olduğu söylenir. Eynarce mevkii bugünkü Marshall Boya ve vernik fabrikası civarında yer almakta olup bu civarda halen Eynarce (İne Hacı) köyünün kalıntıları bulunmaktadır.

Bugün Eynarce köyünün bulunduğu mevkide bir değirmen yeri ve yazıcıoğulları sülalesinden bazı kimselerin mezarları vardır. Tarihi İstanbul Bağdat yolunun üzerinde Nebinin elmalığının yanında bir zamanlar Benli çeşme diye tarihi bir çeşmenin var olduğu ve Marshall fabrikası yakınlarında halen kalıntılarının bulunduğu söylenmektedir. Osmanlılar döneminde üzümcülüğü meşhur olan, 15. yüzyıl başları olan kurulduğu ilk dönemlerde rençberlik yapıldığı bilinen Çerkeşli köyünde daha sonraki dönemlerde tütün ekiminin ileri olduğu ve en son olarak köyde üzüm ve kiraz yetiştiriciliğine önem verildiği ve daha sonraki dönemlerde de köyün üzümcülüğünün bütün yurt çapında yayıldığı, nam kazandığı bilinmektedir.

Yasincizade seyyid Abdülvahap Efendi(1758-1837) başkanlığındaki bir elçilik gurubu İran gezisinde 21 ekim 1810 da Gebze yi onurlandırdı. Kurula dahil olan Bozoklu Osman Şakir efendinin kaldıkları Geğbüzede Sultanorhan camii ve civarının minyatürünü yapmış, ertesi günü Diliskelesi köyüne giden bir heyet burada konaklamış ve köprü ile köyün minyatürünü yapmışlar, 23 Ekimde Yarımcaya gidilmiş burada da bir gün kalınmış, hanın gravürü yapılmış ve yola devam edilmiştir. Bozoklu Osman Şakir in gravüründe Diliskelesi köyündeki hanelerin çokluğu 200 yıl öncesinde burada basbayağı bir köyün varlığının bulunduğunu apaçık olarak ortaya koymaktadır.

1755-1775 ve 1812-1813 yıllarında Gebze yi ve bütün köylerini vuran veba salgınının bu köyü de etkisi altına alıp çok sayıda insanın ölümüne sebep olmuştur. Demirciler köyü insanının en az yarısı Tepecik köyü insanının da neredeyse 3 te ikisi bu veba salgınları sırasında öldüğü ve koca bir kasaba görünümündeki Tepecik köyünün küçücük bir köye dönüştüğü bilinir. Sultan İkinci Mahmut dönemi olan hicri 1236 (m.1820) de köye (Çerkeşli) hayrat bir çeşme yapıldığı, şimdiki çeşmenin eski çeşmeden kalma olan kutabesinden anlaşılıyor. O zamanki çeşme zamanla yıkılmış. Haydarpaşa -İzmit demiryolu 1873 te Diliskelesinede ulaşınca tarihi ipek yolunun artık pek önemi kalmamış, 1895 te Derinceye liman yapılması buradaki hanları ve konaklama yerlerini işe yaramaz hale getirmiştir. Osmanlı tarihi boyunca Doğuya sefere çıkan Osmanlı ordusunun konak yeri olan bu kasaba artık bu önemini yitirmiştir.

Diliskelesi nin Bizanslılar döneminde de önemli bir geçit ve konaklama yeri olduğu bilinir. Bizanslılar Ortaçağda Güney doğuya, Suriyeye ve Arabistana Müslüman arapların üzerine sefer için İstanbul dan yola çıktıklarında Aigiallos (Diliskelesi) denen yerden denizin karşı yakasına geçer, yollarına Prainetos (Karamürsel), Niceia (Iznik) güzergahından devam ederlerdi. İstanbul a sefer düzenleyen Araplarında bu güzergahı sıkça kullandıkları bilinir. Yedinci ve Sekizinci yüzyıllarda Çukurova dan sınır askerlerini aşarak yola çıkan Müslüman Arap orduları Bizans topraklarına geceleri girerler, gündüz saklanıp gece yol alarak İznik önlerine kadar gelirler, bu şekilde buralara kadar gelip fark edildiklerinde Rum halkı hemen Yalakdere de büyükçe bir ateş yakarak Gebze Dilini tehlikeden haberdar eder,diliskelesi nden giden haberci İstanbul u uyarır tedbirlerin alınıp savaş hazırlığı yapılmasını sağlardı.

Böylece önceden alınan tedbirler sayesinde İstanbul a yönelik bütün Müslüman Arap saldırıları ama kolay, ama zor her seferinde bertaraf edilebilmiştir. Tarihi Roma yolu dahi İstanbul dan Diliskelesi ne kadar gelir, yolun devamı karşı sahilde başlar, İznik, Konya, Tarsus güzergahında giderdi. Yine Anadolu Selçuklu Türklerine ve Eyyübi Sultanlığına yönelik olarak düzenlenen 1147 deki İkinci Haçlı seferleri sırasında İstanbul boğazından Üsküdar a geçen Haçlı orduları Diliskelesi yoluyla İznik e geçerek yola devam etmiş, 1187 deki Üçüncü Haçlı seferlerinde de güzergah aynı olmuştur. Yöre Dördüncü Haçlı Seferleri sırasında 12O4-1241 yılları arasında Latin işgalcilerinin egemenliğinde kaldıysa da tekrar Bizans ın eline geçti.

Osmanlı beyliği kuruluş çabasındayken l30l de Osman Gazi İznik i kuşatır. Bu cürete çok kızan Bizans generali Mozalion Sırp destekli 5000 kişilik kuvvet ile İstanbul dan Gebze üzerinden Diliskelesi ne gelir. Oradan da karşı sahil olan Hersek Diline asker çıkarır. Orada yapılan şiddetli bir meydan savaşında, koca Doğu Roma ordusu devlet kurmaya çalışan az sayıdaki bir aşiret birliğine yenilir. Ancak Türklerinde kaybı çoktur. Bu zafer üzerine Konya Selçuklu Sultanı, Osman Gaziye sancak gönderir. Böylece Osmanlı Devleti kurulmuş olur. Bundan sonra Bizanslılar Diliskelesi nden karşı yakadaki Hersek diline asker çıkaramadılar ve önemli bir geçit noktasından mahrum kaldılar. Türklerin Koyunhisar zaferi dedikleri bu savaşın adı Bizans tarihlerinde Bafeus Savaşı olarak geçer. Yöre Osmanlıların eline ilk olarak 1326 da Aygut Alp tarafından Hereke nin kalesinin fethiyle geçtiyse de, Bizanslılar Hereke ile birlikte burayı da tekrar topraklarına kattılar.1329 palekanon zaferiyle yöreye Türk mührü vuruldu. 1337 de Aygut Alp in oğlu Kara Ali Paşa tarafından Hereke kalesi de fethedildi.

Osmanlıların Timur ordularına Ankara yenilgisinden sonra, 1402 sonunda Timur orduları Gavur İzmir i alıp Bursa ya yönelince Yıldırım Bayezit ın büyük oğlu Emir Süleyman kardeşlerinden kız kardeşi Fatma ile küçük kardeşi şehzade Kasımı ve devletin hazinesini de yanı sıra kaçırarak alelacele Yalakdere ye oradan da tekneyle denizi aşıp Gebze Diliskelesi ne geçirmiş,sonra Darıcaya kaçarak İzmit kalesini kuşatan Timur ile Darıca Güzelcehisardan gönderdiği Şeyh Ramazan vasıtasıyla görüşmüş ve eman dileyerek Timurun bütün isteklerini kabul edip oradanda Gelibolu ya geçmiş, burada Bizans la vardığı anlaşmayla Kadıköy, Kartal, Gebze, Dilovası, Hereke ve İzmit i Bizans a terk edildi. Yöre aralıklarla 17 yıl Bizans ın egemenliğinde kalmıştır.1419da kılıç zoruyla tekrar fethedilmiştir. 1423 te İstanbul dan bir orduyla Osmanlıya karşı ayaklanarak Diliskelesi üzerinden Herseke gelen Mehmet Çelebinin oğlu Küçük Mustafa Çelebi İznik e sokulmadı. Bursa ya yönelen Mustafa, Murad Hanın ordusuyla yapılan savaşta yenilip öldürüldü.

Diliskelesi Osmanlıların Kuruluş döneminde ticari açıdan da önemini korur. Bursa o dönemde Anadolu da ipekçiliğin ana merkeziydi. Bursa -Istanbul Kervanyolu Herseke gelir. Yol Izmit Körfezini dolaşmaksızın Hersekten Diliskelesine geçerdi. Kervan yolcuları da Diliskelesi ndeki Handa dinlendikten sonra İstanbul a doğru devam ederlerdi. İstanbul dan Bursaya gidenler içinde aynı durum söz konusuydu. Yükselme döneminde Diliskelesi nden karşı sahile yolcu taşımak için karşılıklı olarak sandal seferleri düzenlendiği bilinir. İşte 1873'te lzmit'e ulaşan ve Diliskelesi nden de geçen tren yolu Diliskelesi yöresinin ta Romalılar hatta daha evvelinde Bithinyalılar döneminden beridir süregelen ulaşım ve kervan yolcularının konakladığı tarihi bir konaklama yeri olma özelliğini bir anda silip süpürmüş, ortadan kaldırmış, buraları bağ ve bahçe olmaktan başka hiçbir işe yaramaz bir duruma düşürmüştür.

Rivayetlere göre 16.ve 17. yüzyıllarda Dilovası kervan yoluna Lefter, Valçon Voyvo gibi mahalli yerli Rum eşkıya çeteleri musallat olmuş, ticaret kervanlarının ve hac yolcularının önlerini kesip paralarını ve mallarını gasp ederler sonrada çekip giderlermiş. Bir çok sefer müslüman ahaliye yönelik cinayetlerde işleyen bu eşkıyalardan Lefter bir seferinde Yelkentepede Osmanlı askerleri tarafından yakalanıp öldürülmüş, Mezarının Çerkeşli yakınlarında olduğu söylenir. Sonraki dönemde yaşayan Valçon voyvo hiç yakalanmamış. Türk ordusundan kaçtığı bir sırada Çerkeşli civarında l3gün saklanmış. Bir seferinde Gebze nin Camidüzü köyünü basacağını haber vermiş, yada basıp ahaliyi soymuş.

Köylüler tepeden köyümüz görülüyor diye ovaya inip dağların arasına saklanmışlar ve eski köylerini terk ederek burada bu günkü Ovacık köyünü kurmuşlar. Valçon voyva denen Rum eşkıyasının soyduğu altınlara tek başına konabilmek için Taşköprü tarafındaki bir mağarada uyurlarken bütün arkadaşlarını öldürüp altınları tek başına alıp kaçarak kayıplara karıştığı da anlatılır. Rivayetdir ki bundan sonra bu mağaranın adı kemikli mağara olarak kalmış. (Tepemanayır köyünden Ahmet Sezgin(1909-1996) sağlığında Tepemanayır köyü yakınlarındaki Ballıkayalar mevkiindeki mağaralardan birinde gençliğinde insan iskeletleri gördüğünü bana anlatmıştı. Belki de söz konusu olayın geçtiği mağara burasıydı. Yine Şaban İsmail Kabaca ve Eskişehirli Mehmet ile Ağustos 1986 da Çerkeşli köyüne 5 km. mesafedeki Altınoluktaki kaya mezarından Çerkeşli ye doğru geri dönüşümüzde kayaların arasına oyulmuş oda büyüklüğündeki insan yapması besbelli olan barınak tipi bir mağaraya rastlamıştık.

Yine rivayet edilir ki eski zamanlarda İstanbul da Osmanlı padişahının aşçısı olan bir Rum, memleketinde önemli bir işinin çıktığı bahanesiyle padişahtan bir süre için izin istemiş. Gebze bölgesine gelip topladığı bir kaç adamıyla silahlanıp birlikte Gebze ve Dilovası güzergahındaki tarihi ipek yolundan işleyen ve develerle İstanbul dan Anadolu ya, Anadolu dan da İstanbul a giden ticaret kervanı katarlarının yolcularını soymaya başlamış. Bu sayede yükü epeyce tutan Rum eşkıya başı, çaldığı altınları kimsenin ya memleketindeki yakınlarına kaçırır ya da kimsenin bulamayacağı yerlere saklarmış. Aradan yıllar geçmiş bu eşkıya başı yakalanmış. İzmit e götürülerek sancakbeyinin emriyle idam edilmiş. Bunu duyan padişah da çalınan altınların yerini söyletmeden eşkıya başını astırdığı için valiyi cezalandırmış. Bu hikaye ne kadar doğrudur bilinmez.

Bilinen o ki Gebze den deve kervanları ile işleyen yolcular her dönemde yörenin yerli Rum eşkıyalarının iştahını kabartmış bu sebeple Gebze, Dilovası ve Hereke civarında birçok kervan yolcusunun önü eşkıyalar tarafından kesilmiş. Paraları, malları ve altınları gasp ile bazen de canlarına kast edilmiştir. Bu eşkıyalar zaten dağlarda ve sık ormanlarda barındıkları için o zamanın imkanlarıyla devletin kolluk kuvvetleri tarafından yakalanmaları çok zor oluyormuş. Osmanlının son dönemlerinde yörede önceki asırlara ait eşkıyalık hikayeleri anlatmakla bitip tükenmezmiş. Hatta bu tür hikayeleri anlatan kitaplar bile basılmış.

Hakikatten bir taraftan karadan Müslüman Türk köylerini soyan Rum eşkıyaları, bir taraftan Anadolu nun ortasından toparlanıp devlete İsyan ederek buralara kadar gelen Celali eşkıyaları, öte taraftan denizden İtalya yarımadasından kalkıp İzmit körfezine kadar girebilen Cenevizlilerin korsan gemileri yöreyi yağma ve talan etmiş, her asırda vuran ve bölgemizde binlerce insanın ölümüne yol açan veba salgınları ve kıtlıklar olurmuş. Her savaşta cephelere savaşa gönderilen ve geri dönemeyen yüzlerce genç delikanlıya ne demeli. Anlaşılan Gebze yöresinin fakir halkının yüzü hiç gülmemiş, Gebze ve Dilovası yöresi Yerli Rum eşkıyalarının yanı sıra aşırı vergi alınması yada yöneticilerden de hoşnut olunmaması sebebiyle Osmanlı Devletine ayaklanarak İç Anadolu Bölgesinden İstanbul a doğru gelen kızılbaş taifesinin de isyanlarına maruz kalmıştır. Ayrıca Anadolu da çıkan birtakım askeri isyanlar sonucu asiler buralara kadar gelip gasp, soygun ve talanlar yapabilmişlerdir.

Bunların belli başlıcaları, 1550-1590 arasında aralıklarla işsiz kalan medrese öğrencilerinin isyan ederek yerel halka karşı eşkıyalık faaliyetlerine girişmeleri. Kocaeli Sancakbeyleri tarafından ara ara sindirilmiş, ancak tekrar tekrar baş göstermiş. İsyanlar bütün Kocaeli ve Sakarya çapındaymış.1634 te fakirlik dolayısıyla kervan yolları üzerindeki Gebze ye, Dilovası na,Tavşancıl a, Hereke ye, Yarımca ya ve Taşköprü köylerine yönelik olarak bir gurup eşkıyanın düzenlediği gasp ve soygun olayları.

Artık halkın can güvenliği kalmamıştı. İzmit teki Yeniçeri ocağı bu isyanları bastıramaz olunca İstanbul dan yola çıkan Bostancıbaşı Kartaldan başlayarak bölgemizdeki eşkıyaları birer ikişer temizledi. Elebaşı olan "Abaza" asıldı. Yerel eşkıyalıklar yinede azalsa bile devam etti.1635te görülen Abaza isyanları da şiddetle bastırıldı. 1643 te Nasuhpaşazade Hüseyin Paşanın isyanı çıktı. Gebze dolayları tamamen isyancıların eline geçti. İstanbul dan yola çıkan Kara Mustafa Paşa isyanı bastırarak asileri şiddetle cezalandırdı. 1649 da Kara Haydar, Katırcıoğlu, Gürcü Abdünnebi, Kazaz Ahmet Abaza Hasan Paşa gibi bir çok asi birbirlerine müttefik olarak ya da yakın zamanlarda Osmanlı yönetimine karşı isyan ettiler. Asiler Gebze ve Dilovası civarını tamamen ele geçirdiler, 2 Temmuz l649da Gebze kırsalında Hükümet kuvvetleriyle yapılan savaşta İsyancılar yenildiler. İsyancılar orta Anadolu ya kaçtılarsa da yöre tam olarak eşkıyalardan temizlenemedi, 1658de Anadolu da ayaklanan AbazaHasan paşanın kuvvetleri Gebze bölgesine gelerek kontrolü tamamen ele geçirdiler. Dilovası nda ve köylerde yol kesip halkın paralarını gasp ettiler. Padişah ve Köprülü Mehmet Paşa Üsküdar a asker çıkarıp asilerin üzerine yürüdü. Gebze de 7, Diliskelesi nde 100, Herekeyi geçince 5 asinin kılıç darbeleriyle kafası kesildi. Kocaeli genelinde 1000 asi öldürüldü. Kalan asiler Orta Anadolu ya kaçtılar.

Daha önce Osmanlı devletine karşı ayaklanmış olan Ciridoğlu 1691de yine ayaklandı. Gebze bölgesini köyleriyle birlikte ele geçirip Üsküdara kadar ilerledi. Fakat Osmanlı kuvvetlerinin kendisini tuzağa düşürüp yok edeceğini anlayınca Çamlıca yolu, Alemdağı ve Gebze tepeleri üzerinden Adapazarı na doğru hızla kaçtı. l700 deTaşköprü köylerinde eşkıyalar kol geziyordu. Duraklı Kırk kuyular mevkiinde Türk askerlerinden kaçan eşkıyaların kayaları oyup kendilerine barınaklar yaptıkları görülür. Dilovası yolundada soygunlar sürdü. 1844 te köy 71 hane 355 nüfusluydu. 1912 Ekiminde, 4 küçük Balkan devletinin Rumeli deki Osmanlı topraklarına saldırmalarıyla başlayan Balkan Savaşı tarihimizin en hazin yenilgilerinden biri olmuştur. Bu tarihlerde vatani görevini İstanbul un Okmeydanı semtinde Türkiye nin ilk telsiz operatörü olarak sürdüren Gebze nin Çerkeşli köyünden denizci asker Rıza Çavuş 1913 te Bulgar askerlerinin Edirne yi işgal etmelerine telsiz anonsuyla şahit olmuş, Edirne Müdafii Şükrü Paşanın telsiz anonsuyla İstanbul daki Padişah Mehmet Reşat tan yalvararak ve ağlayarak asker ve silah yardımı istediğine şahit olmuş, ancak ne yazıktır ki eldeki imkanlar yeterli olmadığından istenen yardım yapılamamış ve Edirne nin düşmesi çaresizlik içerisinde gözyaşlarıyla telsizden izlenmiştir.

28 Temmuz 1914 te başlayan Birinci Dünya Savaşının ardından henüz savaş dışında olmamıza rağmen 2 ağustos 1914'te bütün Osmanlı ülkesinde seferberlik ilan edildi. Bütün yurt çapında bu arada Gebze ve köylerinde davullar çalınarak eli silah tutan her müslüman evladı savaşa çağırıldı. Osmanlı devleti bu savaşa İngiltere nin yanında girmek istedi, Ancak Arabistan yarımadasındaki petrol zenginliklerinde gözü olan İngiltere buna yanaşmadı. Ekim l9l4te Akdeniz de İngiliz donanmasının kovaladığı Goben ve Breslav isimli savaş gemileri ile Çanakkale Boğazını geçip Osmanlı devletine sığındılar. Bu gemileri satın aldığını açıklayan Osmanlı hükümeti de gemilere Yavuz ve Midilli isimlerini verdi. Ancak İstanbul a çekilen gemilerin mürettebatı değiştirilmeyince gizlice Karadeniz e açılan gemiler Rus tersane ve limanlarını bombaladılar. Böylece 28 Ekim 1914 te Osmanlı devleti sonunu hazırlayan İngiltere, Fransa ve Rusya ya karşı Almanya nın yanında savaşa girmiş oldu.